8 Ağustos 2015 Cumartesi

Zıvana

Bozüyük’te bir meslek lisesinde öğretmenlik yaparken öğrencilerime Boney M.’in “One Way Ticket”ını dinletmiştim. O vakitler kolbastı yeni tutulmuştu; insanlar kudururcasına kolbastı marifetlerini sergiliyorlardı. Haliyle benim öğrencilerin de onlardan pek aşağı kalır yanı yoktu! Hatta işi One Way Ticket’la kolbastı oynamaya kadar götürdüler! Pek de keyif aldılar bundan benim tatlı yaramazlarım. Hayat hepimizi bir yana savurdu, nerelerdedir bu şımarıklar ve acaba bu fırlama danslarını hatırlıyorlar mı benim gibi?

Bahsettiğim şarkıyı beklentimin çok ötesinde karşılayıp bir de üstüne kolbastıyla okul ortamını tere, toza ve gümbürtüye boğunca öğrencilerim, içimden şunu geçirdim: “Eyvah, zıvanadan çıktılar!” Halbuki bu, bir öğretmenin gurur tablosu olmalıydı. Kimseye zarar vermeksizin, öğrencilerini demode bir şarkıyla bile doyasıya eğlendiren, onlara okulun boğuntusunu birkaç dakikalığına da olsa unutturabilen bir öğretmendim ben.

O çocuklar en delişmen çağlarındaydı, delirme ve zıvanadan çıkma haklarını fırsat buldukları an sonuna kadar kullanmayıp ne yapacaklardı? Bu zıpçıktı şarkı üzerine derin tefekkür âlemine mi dalacaklardı? Şimdi zaman durdurulsa, onlara ikinci bir an yaratılsa ve bu kez yetişkin halleriyle aynı şarkı eşliğinde kolbastı oynamaları teklif edilse kaçı buna can-ı gönülden katılır?

Soruyu kendimize de soralım: Hadi zıvanadan çıkalım desek, kaçımız buna bir an bile tereddüt etmeden “hay hay” diyecektir? “Yetişkin” ve “ağır ol molla desinler” kozamızı yırtmak o denli kolay mı gerçekten? Sözümona eğlendiğimiz düğünlerde oynarken bile etrafımızla öylesine meşgulüz ki… Hiç umursamayanlar da var, ne imrenirim onlara! Bir düğünde yan masada oturan tanımadığım bir çift atıştılar, tartıştılar harıl harıl. Derken müzik başladı, bir de baktım bizim çiftimiz tombul göbeklerini tokuştura tokuştura, döne döne oynuyor pistte. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin! Kavgalarını kıyasıya yaptılar, motorun hararetini söndürdüler, oyun havasıyla coşarak da arabayı bir temiz yıkadılar! Ortalık gül gülistan, zehir her şekilde akıtıldı çünkü. İşte budur zıvanadan çıkmak ve her insan için ekmek gibi, su gibi elzemdir.

Zıvanadan çıkma hali, kanımca en insan ve en tatlı-taşkın halimizdir. Herkeste farklı renge bürünmesi de ayrı bir güzelliği. İnsanoğlu 24 saat usturuplu olamaz, olmamalıdır, böyle yaratılmamıştır ki zaten! Kaslar, kemikler hareket ister; kulağın notalarla hep pası alınacak; göz güzelliklerle yıkanacak. Rahmetli dedem kavganın lezzetini severdi, çok susunca “dilim kaşınıyor” derdi; dil de öyle, sohbetle, kahkahayla, şarkıyla, türküyle şevke gelecek ve şenlenecek.

Sevdiğim birinden kazık mı yedim, zıvanadan çıkma hallerimden biri bağıra çağıra türkü söylemektir: “Şu ellerin taşı hiç bana değmez / İlle dostun bir tek gülü yaralar beni”. (Pir Sultan Abdal da zıvanadan çıkmasaydı nasıl yağdırabilirdi ki bu dizeleri başımızdan aşağı? Gerçi bu dizelerin yürek dağlayan hikayesi bambaşka bir yazının konusudur.) Yoga da sessiz sedasız zıvanadan çıkarır beni; ıkına sıkına ve kan ter içinde duruşları başarmaya çalışırken ve her geçen gün duruşlarımın biraz daha esnek ve estetik hale gelmesi için uğraşırken bazen gözlerimden ateş fışkırır ve bulutlara karışacağımı zannederim. Sınırlarıma amansız bir meydan okuyuştur bu, fakat aynı zamanda bir ibadet huşusunu en derinimde duyarım. Canım acır, etim sancır, sabrım tükenir; ancak dervişane bir ses kulağıma sokulur: “Sen daha iyisini yapabilmek için yaratıldın!” 

Kendisi zıvanadan çıkmayı beceremeyip başkalarına dudak bükenlere hem kızarım, hem acırım. Zavallıdır onlar, nasipsizdir! Tutkusuz, yaşayan ölüden farksız, canlı cenazedir! Daha da kötüsü, bu kadar ışıksız, renksiz, yarasa tadında bir hayatı bize dayatmaya kalkan yöneticiler en tehlikelisidir! “Herkes benim buyurduğum üzere yaşayacak!” Emriniz olur! Kimse dırdır etmesin, herkes öfkesini bastırsın, kimse şiir yazmasın duvarlara, şarkı söylemesin, dostlarla birlikte demlenmesin, yemeğini yiyen sofradan kalksın! Yeryüzü senin sığlığına sığacak kadar küçük müdür? Milyonlarca insan var, milyonlarca gerçeklik ve milyonlarca farklı biçimde zıvanadan çıkma ihtiyacı… Kalemiyle delirmek isteyen kalemiyle delirsin, dans etmek isteyen kızlı erkekli dans etsin, hoplasın, zıplasın.

Okullarımızın hal-i pür melaline bakınız! Çocuklarımızın koşup oynaması için doğru dürüst bahçesi yok; beton satıh, iki şıpınişi basket potası… Kartondan çiçekleri okul panosuna ya da camlara yapıştırınca ortalık çiçek bahçesine dönüyor, yersen! Ders programı zaten iyice faciaya döndü, sanki mevlithan yetiştireceğiz. Uzayın çılgın derinliklerinin heyecanını, müziğin insanları birleştirici ve kutsayıcı gücünü, matematiğin şaşmaz aklını, plastik sanatların algımızı açmasını, kısacası eğitimin tüm coşkusunu terk ettik, kuru dal yetiştiriyoruz okullarda. Aman olur da filiz verirse diyerek iyice budamayı da ihmal etmeden!

Kütükler memleketi! Bedeni kütük, çünkü spor yapamıyor. Şehirlerde farklı dallarda adamakıllı spor yapılacak alanlar az, son zamanlarda belediyelerin akıl ettiği, parklardaki alet edevatı saymazsak. Zihni kütük, çünkü diploması olsa bile eğitilmemiş, yontulmamış. Yaşlanır; kendisi gibi hantal kalmayan, işe koşan, hayatın tadını çıkaran, rengârenk giyinen yaşlıya taş atar. Ölür; yatar bir kuru taşın altında. Onun için çok şey değişmedi aslında, yaşarken neyse öldüğünde de o! Hayata kendi rengini katamadan, kendini seslendiremeden sessizliğe gömüldü.

Bir de tutturmazlar mı, paramız yok, zamanımız yok böyle şeylere diye! Şarkı söylemek, ıslık çalmak ücretli midir? Resim yapmak ne kadar zaman alır internete, televizyona israf edilen zamanla karşılaştırınca? Bu sorulara herkes kendince yanıt verir, fakat diyorum ki, arada sırada bu sıkışıklıkta bize özgü boşluklar yaratalım, zıvanadan çıkacağımız anların tadını çıkaralım. Çıkaralım ki, bu kadar hava kirliliğinin olduğu dünyada oksijen çadırımız olsun bizim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder