Bozüyük’te
bir meslek lisesinde öğretmenlik yaparken öğrencilerime Boney M.’in “One Way
Ticket”ını dinletmiştim. O vakitler kolbastı yeni tutulmuştu; insanlar
kudururcasına kolbastı marifetlerini sergiliyorlardı. Haliyle benim öğrencilerin
de onlardan pek aşağı kalır yanı yoktu! Hatta işi One Way Ticket’la kolbastı
oynamaya kadar götürdüler! Pek de keyif aldılar bundan benim tatlı
yaramazlarım. Hayat hepimizi bir yana savurdu, nerelerdedir bu şımarıklar ve acaba
bu fırlama danslarını hatırlıyorlar mı benim gibi?
Bahsettiğim şarkıyı
beklentimin çok ötesinde karşılayıp bir de üstüne kolbastıyla okul ortamını tere,
toza ve gümbürtüye boğunca öğrencilerim, içimden şunu geçirdim: “Eyvah,
zıvanadan çıktılar!” Halbuki bu, bir öğretmenin gurur tablosu olmalıydı. Kimseye
zarar vermeksizin, öğrencilerini demode bir şarkıyla bile doyasıya eğlendiren,
onlara okulun boğuntusunu birkaç dakikalığına da olsa unutturabilen bir
öğretmendim ben.
O çocuklar
en delişmen çağlarındaydı, delirme ve zıvanadan çıkma haklarını fırsat buldukları
an sonuna kadar kullanmayıp ne yapacaklardı? Bu zıpçıktı şarkı üzerine derin
tefekkür âlemine mi dalacaklardı? Şimdi zaman durdurulsa, onlara ikinci bir an
yaratılsa ve bu kez yetişkin halleriyle aynı şarkı eşliğinde kolbastı oynamaları
teklif edilse kaçı buna can-ı gönülden katılır?
Soruyu kendimize
de soralım: Hadi zıvanadan çıkalım desek, kaçımız buna bir an bile tereddüt
etmeden “hay hay” diyecektir? “Yetişkin” ve “ağır ol molla desinler” kozamızı
yırtmak o denli kolay mı gerçekten? Sözümona eğlendiğimiz düğünlerde oynarken
bile etrafımızla öylesine meşgulüz ki… Hiç umursamayanlar da var, ne imrenirim
onlara! Bir düğünde yan masada oturan tanımadığım bir çift atıştılar,
tartıştılar harıl harıl. Derken müzik başladı, bir de baktım bizim çiftimiz
tombul göbeklerini tokuştura tokuştura, döne döne oynuyor pistte. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin! Kavgalarını kıyasıya yaptılar, motorun hararetini
söndürdüler, oyun havasıyla coşarak da arabayı bir temiz yıkadılar! Ortalık gül
gülistan, zehir her şekilde akıtıldı çünkü. İşte budur zıvanadan çıkmak ve her
insan için ekmek gibi, su gibi elzemdir.
Zıvanadan çıkma
hali, kanımca en insan ve en tatlı-taşkın halimizdir. Herkeste farklı renge bürünmesi
de ayrı bir güzelliği. İnsanoğlu 24 saat usturuplu olamaz, olmamalıdır,
böyle yaratılmamıştır ki zaten! Kaslar, kemikler hareket ister; kulağın notalarla
hep pası alınacak; göz güzelliklerle yıkanacak. Rahmetli dedem kavganın
lezzetini severdi, çok susunca “dilim kaşınıyor” derdi; dil de öyle, sohbetle,
kahkahayla, şarkıyla, türküyle şevke gelecek ve şenlenecek.
Sevdiğim
birinden kazık mı yedim, zıvanadan çıkma hallerimden biri bağıra çağıra türkü
söylemektir: “Şu ellerin taşı hiç bana değmez / İlle dostun bir tek gülü
yaralar beni”. (Pir Sultan Abdal da zıvanadan çıkmasaydı nasıl yağdırabilirdi
ki bu dizeleri başımızdan aşağı? Gerçi bu dizelerin yürek dağlayan hikayesi bambaşka bir yazının konusudur.) Yoga da sessiz sedasız zıvanadan çıkarır beni;
ıkına sıkına ve kan ter içinde duruşları başarmaya çalışırken ve her geçen gün duruşlarımın biraz daha esnek ve estetik hale gelmesi için uğraşırken bazen gözlerimden ateş fışkırır
ve bulutlara karışacağımı zannederim. Sınırlarıma amansız bir meydan okuyuştur
bu, fakat aynı zamanda bir ibadet huşusunu en derinimde duyarım. Canım acır,
etim sancır, sabrım tükenir; ancak dervişane bir ses kulağıma sokulur: “Sen
daha iyisini yapabilmek için yaratıldın!”
Kendisi zıvanadan
çıkmayı beceremeyip başkalarına dudak bükenlere hem kızarım, hem acırım. Zavallıdır
onlar, nasipsizdir! Tutkusuz, yaşayan ölüden farksız, canlı cenazedir! Daha da
kötüsü, bu kadar ışıksız, renksiz, yarasa tadında bir hayatı bize dayatmaya
kalkan yöneticiler en tehlikelisidir! “Herkes benim buyurduğum üzere yaşayacak!”
Emriniz olur! Kimse dırdır etmesin, herkes öfkesini bastırsın, kimse şiir
yazmasın duvarlara, şarkı söylemesin, dostlarla birlikte demlenmesin, yemeğini
yiyen sofradan kalksın! Yeryüzü senin sığlığına sığacak kadar küçük müdür? Milyonlarca
insan var, milyonlarca gerçeklik ve milyonlarca farklı biçimde zıvanadan çıkma
ihtiyacı… Kalemiyle delirmek isteyen kalemiyle delirsin, dans etmek isteyen
kızlı erkekli dans etsin, hoplasın, zıplasın.
Okullarımızın
hal-i pür melaline bakınız! Çocuklarımızın koşup oynaması için doğru dürüst
bahçesi yok; beton satıh, iki şıpınişi basket potası… Kartondan çiçekleri okul
panosuna ya da camlara yapıştırınca ortalık çiçek bahçesine dönüyor, yersen! Ders
programı zaten iyice faciaya döndü, sanki mevlithan yetiştireceğiz. Uzayın çılgın
derinliklerinin heyecanını, müziğin insanları birleştirici ve kutsayıcı gücünü,
matematiğin şaşmaz aklını, plastik sanatların algımızı açmasını, kısacası eğitimin
tüm coşkusunu terk ettik, kuru dal yetiştiriyoruz okullarda. Aman olur da filiz verirse
diyerek iyice budamayı da ihmal etmeden!
Kütükler memleketi!
Bedeni kütük, çünkü spor yapamıyor. Şehirlerde farklı dallarda adamakıllı spor
yapılacak alanlar az, son zamanlarda belediyelerin akıl ettiği, parklardaki
alet edevatı saymazsak. Zihni kütük, çünkü diploması olsa bile eğitilmemiş,
yontulmamış. Yaşlanır; kendisi gibi hantal kalmayan, işe koşan, hayatın tadını
çıkaran, rengârenk giyinen yaşlıya taş atar. Ölür; yatar bir kuru taşın
altında. Onun için çok şey değişmedi aslında, yaşarken neyse öldüğünde de o! Hayata
kendi rengini katamadan, kendini seslendiremeden sessizliğe gömüldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder