“Kıymetli nesnedir aşk”
Günlerdir düşünüp duruyorum;
ben âşık mıyım, aşk’ın bendeki tezahürü nedir diye. Önce aşk üzerine kendimi
yokladım, deştim içimdekileri. Aşk kayboluştur, talip olmaktır, kendine çekidüzen vermektir. Sözgelimi, Allah aşkıyla paldır küldür namaza duramazsın!
Üstünü başını, durduğun yeri, zamanı kollayacaksın. Abdest alacaksın tertemiz.
O’nun verdiği su nimetiyle arınıp O’nun bahşettiği sağlıkla yöneleceksin O’na.
Şeytanın akıl oyunlarıyla boğuşa boğuşa, kimi zaman zafer kazanıp kimi zaman
yenilerek ama asla umut kesmeyerek! Annemizi kızdırdığımızda gider arkasından
hınzırca sarılırız; biliriz o bizi yine bağrına basacak. Küsse de, nazlansa da.
İşte rahmete talip olmak da böyledir. Allah bize hastalık da verir, ayrılık da,
erken ölüm de, mutluluk da, başarı da. Hepsi bizim aşkımızı sınar. Biz kâh
şükrederiz, kâh şikâyet ederiz, mızmızlanırız; dilin kemiği yok ya! “Darlıkta
ve bollukta hâlâ bana âşık mısın? Benimle yolculuğa devam ediyor musun?” der
adeta Allah. “Yere göğe sığmaz ama kulunun kalbine sığar”. Yüreğinde yer
açabilene elbette.
İnsanın insana aşkı da kayboluş
değildir de nedir? Yeter ki maşuk beni sevsin diye girmediğimiz şekil,
takmadığımız çocuksu maskeler yok mudur? Tıpkı Allah aşkında nefsten feragat
etmek gibi, egodan bir çırpıda nasıl sıyrılıverir insanoğlu? Pür azamet “Ben!
Ben!” diye yeryüzünü kendine dar bulan kişi, bir bakmışsın maşukunun gözlerinde
erimiş gitmiş! Daha talihli olanları teninde erimiş! Tüm unvanlar, adlar,
soyadları, rütbeler bitmiş. Evet, aşk en yalın haliyle “Ben bittim” demektir.
Filmlerine âşık olduğun
yönetmenin filmine de talip olursun; para verir bilet alırsın, zaman ayırır
seyredersin. Onda kaybolursun; zamanı unutursun, tek bir kareyi kaçırmak
istemezsin. Kitaplara âşıksan, sayfaların kokusu mutlaka cezbeder seni.
Yazarına lâyık olmak için anlayamadığın satırları tekrar tekrar okursun, vurucu
cümlelerin ya da dizelerin altını çizersin. O nedenle her kitabın talibi, âşığı
aynı olmaz.
Ya işine âşık olanlara ne
demeli? Her doğan günü ve günlerin getirdiği zorlukları kendini yenileme
fırsatı olarak görenler… Oflamadan puflamadan, pazartesi sendromlarına
girmeden, gülümseyerek iş yükünü sırtlananlar… Bu kutlu yüke taliptir onlar.
Kaldı ki zaten yük değildir onlar için. Emektir ve emek en yüce değerdir.
Daha binlercesi vardır aşk
nesnesinin. Ve her insandaki karşılığı bambaşkadır. Baştaki soruya dönecek
olursam, ben gerçekten âşık mıyım? Evet, yukardaki tanımlardan bazılarında var
olduğumu düşünüyorum. Var olamadıklarım da bana acı veriyor. Artık şunu iyice
anladım: Ben aşk insanıyım. Aşk kadınıyım. Aşkla çalışmak, dua etmek, üretmek, sevmek, konuşmak, okumak için yaratılmışım. Aşk bana mektup yazdırıyor, şiir
okutuyor, coşkulandırıyor, yaşamı kucaklatıyor. Fakat talibi olmadığım eylemler
beni hasta ediyor. Geldiğim nokta bu! Ancak içinden bir türlü çıkamadığım sorun
şu: Ben bazılarında doyasıya aşkı yaşarken bazılarının eksik kalması beni
mutsuz ediyor ya, acaba ben çok şey mi istiyorum hayattan? Daha açık ifadeyle,
ben elimdekilerin kıymetini bilmeyen bir nankör müyüm? Bana mektup
yazdırtmayan, şiir okutmayan, keyifle şarkı söyletmeyen bir nesneye salt elimde oluşundan ötürü talip miyim? Beni hiçbir zaman
kendimden geçirmediği, bana o uçsuz bucaksız kayboluşu yaşatmadığı halde
öyleymiş gibi mi davranmalıyım? Nankör olmayayım derken ikiyüzlülüğün tuzağına
düşmedim mi şimdi? Hani nerede kaldı aşk kadını?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder