Bugüne kadarki zavallı ömrüm hep
birilerinin kuyruğunda kendimi sorgulamakla geçti. Birileri bana bir rütbe
bahşetmeli veya ben kendime ve onlara layık bir sıfat biçmeliydim ki aidiyetin huzuruna
ereyim. Ben “şucu”yum ya, oh, neme gerek fazladan düşünmek, bütün “bucu”lar toptan
kötüdür, haindir, sığdır, vb. Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Necip Fazıl mı okudum,
“sağ”cıların virajına savrulmam an meselesi! Nazım Hikmet’ten, Can Yücel’den mi
bahsettim, “sol” şeride hoş geldin! Ya da yazarken ve konuşurken Arapça “kelime”lerde
lezzet mi buluyorum, tamam hiç daha fazla konuşma, sen kesin neo-Osmanlıcı,
geri kafalı, Türkçenin ilerlemesini istemeyen birisin. “Sözcük” mü dedim, gel
bakalım Öztürkçeci buraya.
“-ci” soneki dilimizde alıp satma
işlerinden de sorumludur. Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi: “Simitçi, kahveci,
gazozcu, şinanay da yavrum şinanay…” Paraya dolaşık her işe gıcığım var ya, -ci
eki de çok ticari, ellerini ovuşturan bir ek. Eskiden “Atatürkçü” kavramını
severdim, bir bayrak gibi dalgalanırdı içimde; fakat şimdi "bendeki Atatürk"e
yakışmıyor, yani ben Atatürk’ü alıp satmıyorum arkadaşlar. Ben Atatürkçü
değilim; ille beni özetleyici tanım bulunmalıysa (ki o kadar gerekli bile
değil), ben Atatürkseverim. Bunu sevdiğim ve saydığım tüm insanlara da uyarlayabilirim.
-ci’ye burun kıvırıp –ist olarak
sınıf atlamak da mümkün! Uğur Mumcu’nun “Liberal Çiftlik” kitabında
unutamadığım “Solculuk Gelişiyor” adlı bir taşlama öyküsü vardır. Yanılmıyorsam
1980 ihtilali öncesinin atmosferinden bir kesit sunar; birbirinden kopuk
fraksiyonlardaki devrimciler birleşmek amacıyla toplanırlar, ancak toplantının
sonunda daha da birbirlerine girerek, kavga dövüş dağılırlar. Orada Uğur Mumcu,
devrimcilerin ağzından bin türlü –ist’li sıfatı doyasıya söyletir: oportünist,
revizyonist, Troçkist... İşte bu öykü beni hem güldürmüş, hem acı acı
düşündürmüştür. Bu öykü, solcu ve devrimci olarak nitelendirilebilecek bir gazeteci-yazarın,
solcu ve devrimcilere seslenişi olduğundan daha da kıymetini artırıyor gözümde.
Uğur Mumcu, bir ağabey gibi solcu gençlere bir türlü birleşemeyişlerinin
ipucunu veriyor. Kendinize göre kutsal amaçlarınızın peşinde koşarken zaten parça
parçaydınız, üstüne -izm’lere ve bin türlü ayrıntıya boğulunca iyice un ufak oldunuz!
Ülkemdeki vaziyete bakınca
öykünün yazıldığı zamanlardan bu yana pek bir şey değişmediğini görüyor ve yine
hüzünleniyorum! Safımız belli olsun diye diye kan kusturuyor “ocu”lar “bucu”lara.
“Bucu”ların da dili boş durur mu, “ocu”lara hakaretin, iftiranın bini bir para!
Sosyal medyada siperler kazılmış, uzaktan uzağa herkes karşı cepheye atıyor
bombasını. Hakikate saygı mı, hadi canım sende, istatistikler benim
tarafımdaysa doğrudur; gerisi palavra!
Bu yazıya hayatının en değerli
nesnesini, yani vaktini ayıran değerli okuyucum, ister tek kişi kal yalnızca,
ister binlerce. Şu dünyadan hepimiz bir yıldız gibi eninde sonunda kayıp
gideceğiz. Ben de akıp gitmeden önce -hadi içimde kalmasın- kendimi ifşa
edeceğim: Bu topraklar; bu kutlu, canım, nar gibi güzelliğini kolay ele
vermeyen Anadolu toprakları –ci’lere, -ist’lere feda edilemeyecek kadar
kıymetli ve tarihi. Ben neden bunca satır şucu, bucu değilim diye tepiniyorum;
çünkü ben Anadolu’yum. Bin çiçeğin tozu savrulmuş içime; ne Mehmet Akif’ten
vazgeçerim, ne Cemal Süreya’dan. Ne Hz. Muhammed’in ışığına yumarım gözlerimi, ne
Atatürk'ümü yediririm. Aşık Veysel atardamarımsa, Aşık Mahsuni toplardamarımdır. Mevlana, Yunus Emre’den daha kıymetli değildir; aksine
Mevlana Yunus Emre’siz, Yunus Emre Mevlana’sız eksik olurdu bu topraklarda. Bektaşi
fıkraları Karadeniz fıkralarıyla yarıştırılabilir mi?
Hala tarafın ne, nerede
duruyorsun, muğlak konuşma diyenler çıkacaktır. Varsın çıksınlar. Varsın beni
de kuru gürültülerine ortak etmeye çabalasınlar. Kendilerine başarılar diliyorum.
Ben hiçbir ideolojiye, kavrama, kıstasa kurban edilemeyecek ölçüde “ben”im. –ci’li
isim arıyorsanız bana, ben Sevgi’ciyim. Sevgi’nin safındayım. O Sevgi’nin doğruları
vardır, yanlışları da. İyi ki var. Sevgi’nin bir duruşu olduğu kadar, arayışı da
var. Öğrenme, daha doğruya, güzele, iyiye ulaşma arayışı. Hakikat hangi ağızdan
söylenirse söylensin, hakikattir; ben hakikatin peşindeyim. “Su 100 derecede kaynar”
hakikatini beğenmediğim gazetede, beğenmediğim köşe yazarı yazınca suyun
kaynama derecesini 90 dereceye çekecek değilim. Tüm –ci’ler, -ist’ler, -izm’ler’in
kopuştuğu, ayrıştığı köşe başlarında yapayalnızım. Hem güçsüzüm, hem güçlü. Sırtımı
başka bir –ci ya da –ist’in elinin sıvazlamasına izin vermiyorum; zira
düşüncelerim onun tekerine çomak soktuğu an, o el köteğe dönüşebilir, bunu
biliyorum.
Tüm bu farkındalığımın en yalın
ve yüzümü güldüren biçimde özetleyenini değme felsefe kitaplarında göremeyeceğim
bir eserde, Haldun Taner ustanın Keşanlı Ali Destanı’nda buldum: Tuvaletçi
Şerif abla, sen varoluşçu musun, Marksist misin, nesin? Hem hepsisin, hem de
hiçbirisin! O yüzden benim kıymetlimsin, beni ben yapanlardansın. Kulak verelim
Şerif Abla’nın yolu tuvaletten geçen tüm âdemlere ilişkin "mutlak eşitlik" önermesine:
Herkes bir
yerde üstün
Kabul amenna
peki… Amma…
Bir de bütün
bunların yolu bana düşende
Balonları delinir,
bütün farklar silinir
Afra tafra
yok olur, burada herkes bir olur
Arlısı arsızı
hırlısı hırsızı
Kirlisi kirsizi sırlısı sırsızı
Huylusu huysuzu
tüylüsü tüysüzü
Soylusu soysuzu
boylusu boysuzu
Bitlisi bitsizi
iplisi ipsizi
Çillisi çilsizi
çişlisi çişsizi
Çullusu çulsuzu
pullusu pulsuzu
Yollusu yolsuzu
kıllısı kılsızı
Donlusu donsuzu
denlisi densizi
Ünlüsü ünsüzü
kanlısı kansızı
Etlisi sütlüsü
allısı morlusu
Sağcısı solcusu
şanlısı pintisi
İşte bütün
bunların yolu bana düşende
Balonları delinir,
bütün farklar silinir
Afra tafra
yok olur, burada herkes bir olur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder