4 Ağustos 2015 Salı

Yalnızca Sevgici

Bugüne kadarki zavallı ömrüm hep birilerinin kuyruğunda kendimi sorgulamakla geçti. Birileri bana bir rütbe bahşetmeli veya ben kendime ve onlara layık bir sıfat biçmeliydim ki aidiyetin huzuruna ereyim. Ben “şucu”yum ya, oh, neme gerek fazladan düşünmek, bütün “bucu”lar toptan kötüdür, haindir, sığdır, vb. Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Necip Fazıl mı okudum, “sağ”cıların virajına savrulmam an meselesi! Nazım Hikmet’ten, Can Yücel’den mi bahsettim, “sol” şeride hoş geldin! Ya da yazarken ve konuşurken Arapça “kelime”lerde lezzet mi buluyorum, tamam hiç daha fazla konuşma, sen kesin neo-Osmanlıcı, geri kafalı, Türkçenin ilerlemesini istemeyen birisin. “Sözcük” mü dedim, gel bakalım Öztürkçeci buraya.

“-ci” soneki dilimizde alıp satma işlerinden de sorumludur. Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi: “Simitçi, kahveci, gazozcu, şinanay da yavrum şinanay…” Paraya dolaşık her işe gıcığım var ya, -ci eki de çok ticari, ellerini ovuşturan bir ek. Eskiden “Atatürkçü” kavramını severdim, bir bayrak gibi dalgalanırdı içimde; fakat şimdi "bendeki Atatürk"e yakışmıyor, yani ben Atatürk’ü alıp satmıyorum arkadaşlar. Ben Atatürkçü değilim; ille beni özetleyici tanım bulunmalıysa (ki o kadar gerekli bile değil), ben Atatürkseverim. Bunu sevdiğim ve saydığım tüm insanlara da uyarlayabilirim.

-ci’ye burun kıvırıp –ist olarak sınıf atlamak da mümkün! Uğur Mumcu’nun “Liberal Çiftlik” kitabında unutamadığım “Solculuk Gelişiyor” adlı bir taşlama öyküsü vardır. Yanılmıyorsam 1980 ihtilali öncesinin atmosferinden bir kesit sunar; birbirinden kopuk fraksiyonlardaki devrimciler birleşmek amacıyla toplanırlar, ancak toplantının sonunda daha da birbirlerine girerek, kavga dövüş dağılırlar. Orada Uğur Mumcu, devrimcilerin ağzından bin türlü –ist’li sıfatı doyasıya söyletir: oportünist, revizyonist, Troçkist... İşte bu öykü beni hem güldürmüş, hem acı acı düşündürmüştür. Bu öykü, solcu ve devrimci olarak nitelendirilebilecek bir gazeteci-yazarın, solcu ve devrimcilere seslenişi olduğundan daha da kıymetini artırıyor gözümde. Uğur Mumcu, bir ağabey gibi solcu gençlere bir türlü birleşemeyişlerinin ipucunu veriyor. Kendinize göre kutsal amaçlarınızın peşinde koşarken zaten parça parçaydınız, üstüne -izm’lere ve bin türlü ayrıntıya boğulunca iyice un ufak oldunuz!

Ülkemdeki vaziyete bakınca öykünün yazıldığı zamanlardan bu yana pek bir şey değişmediğini görüyor ve yine hüzünleniyorum! Safımız belli olsun diye diye kan kusturuyor “ocu”lar “bucu”lara. “Bucu”ların da dili boş durur mu, “ocu”lara hakaretin, iftiranın bini bir para! Sosyal medyada siperler kazılmış, uzaktan uzağa herkes karşı cepheye atıyor bombasını. Hakikate saygı mı, hadi canım sende, istatistikler benim tarafımdaysa doğrudur; gerisi palavra!

Bu yazıya hayatının en değerli nesnesini, yani vaktini ayıran değerli okuyucum, ister tek kişi kal yalnızca, ister binlerce. Şu dünyadan hepimiz bir yıldız gibi eninde sonunda kayıp gideceğiz. Ben de akıp gitmeden önce -hadi içimde kalmasın- kendimi ifşa edeceğim: Bu topraklar; bu kutlu, canım, nar gibi güzelliğini kolay ele vermeyen Anadolu toprakları –ci’lere, -ist’lere feda edilemeyecek kadar kıymetli ve tarihi. Ben neden bunca satır şucu, bucu değilim diye tepiniyorum; çünkü ben Anadolu’yum. Bin çiçeğin tozu savrulmuş içime; ne Mehmet Akif’ten vazgeçerim, ne Cemal Süreya’dan. Ne Hz. Muhammed’in ışığına yumarım gözlerimi, ne Atatürk'ümü yediririm. Aşık Veysel atardamarımsa, Aşık Mahsuni toplardamarımdır. Mevlana, Yunus Emre’den daha kıymetli değildir; aksine Mevlana Yunus Emre’siz, Yunus Emre Mevlana’sız eksik olurdu bu topraklarda. Bektaşi fıkraları Karadeniz fıkralarıyla yarıştırılabilir mi?

Hala tarafın ne, nerede duruyorsun, muğlak konuşma diyenler çıkacaktır. Varsın çıksınlar. Varsın beni de kuru gürültülerine ortak etmeye çabalasınlar. Kendilerine başarılar diliyorum. Ben hiçbir ideolojiye, kavrama, kıstasa kurban edilemeyecek ölçüde “ben”im. –ci’li isim arıyorsanız bana, ben Sevgi’ciyim. Sevgi’nin safındayım. O Sevgi’nin doğruları vardır, yanlışları da. İyi ki var. Sevgi’nin bir duruşu olduğu kadar, arayışı da var. Öğrenme, daha doğruya, güzele, iyiye ulaşma arayışı. Hakikat hangi ağızdan söylenirse söylensin, hakikattir; ben hakikatin peşindeyim. “Su 100 derecede kaynar” hakikatini beğenmediğim gazetede, beğenmediğim köşe yazarı yazınca suyun kaynama derecesini 90 dereceye çekecek değilim. Tüm –ci’ler, -ist’ler, -izm’ler’in kopuştuğu, ayrıştığı köşe başlarında yapayalnızım. Hem güçsüzüm, hem güçlü. Sırtımı başka bir –ci ya da –ist’in elinin sıvazlamasına izin vermiyorum; zira düşüncelerim onun tekerine çomak soktuğu an, o el köteğe dönüşebilir, bunu biliyorum.

Tüm bu farkındalığımın en yalın ve yüzümü güldüren biçimde özetleyenini değme felsefe kitaplarında göremeyeceğim bir eserde, Haldun Taner ustanın Keşanlı Ali Destanı’nda buldum: Tuvaletçi Şerif abla, sen varoluşçu musun, Marksist misin, nesin? Hem hepsisin, hem de hiçbirisin! O yüzden benim kıymetlimsin, beni ben yapanlardansın. Kulak verelim Şerif Abla’nın yolu tuvaletten geçen tüm âdemlere ilişkin "mutlak eşitlik" önermesine:

Herkes bir yerde üstün
Kabul amenna peki… Amma…
Bir de bütün bunların yolu bana düşende
Balonları delinir, bütün farklar silinir
Afra tafra yok olur, burada herkes bir olur

Arlısı arsızı hırlısı hırsızı
Kirlisi kirsizi sırlısı sırsızı
Huylusu huysuzu tüylüsü tüysüzü
Soylusu soysuzu boylusu boysuzu
Bitlisi bitsizi iplisi ipsizi
Çillisi çilsizi çişlisi çişsizi
Çullusu çulsuzu pullusu pulsuzu
Yollusu yolsuzu kıllısı kılsızı
Donlusu donsuzu denlisi densizi
Ünlüsü ünsüzü kanlısı kansızı
Etlisi sütlüsü allısı morlusu
Sağcısı solcusu şanlısı pintisi

İşte bütün bunların yolu bana düşende
Balonları delinir, bütün farklar silinir
Afra tafra yok olur, burada herkes bir olur


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder