5 Ağustos
2009
Eski bir dostumun en çok aklımda kalan sözü: “Keşke biraz daha normal olsaydım!” Evet, normal olsaydık; normal bir sevgili, normal bir arkadaş, normal bir dindar, normal bir yurttaş, normal bir öğretmen olarak, kuzu kuzu, sürüye aidiyetimizin rahatlığı ve iç huzuruyla yaşamımızı sürdürürdük. Daha doğrusu, hayat bizi alır, şöyle bir yoklar ve yerleştirirdi herkesin girip çıktığı kalıplara. Ancak ne çare! Biz hep uçurum kıyısından seyreyledik konup göçenleri. Kolaycı, hazırcı, sıradan olmayı beceremeyişimizden, yalnızlığın dibini boyladık. Hep onlar aydınlıktı; bizse karanlık. Oysa sekiz sütuna haykırmıştık gerçekleri dürüstçe. Sevdiğimizi elimizden başka kızlar almadı; aksine biz başardık bunu! Öyle koyu kıvamda seviyorduk onları ve öylesine kendimizdik ki, içtenliğimizden boğulacaklarını sandılar ve apar topar kaçtılar. Hâlbuki Orhan Veli’nin dediği üzere: “Bir cana hasret. Bilmezler.” Zannediyorduk ki hasretimiz, susuzluğumuz bizi ona anlatacak ve onun da içini çiçeklendirecekti. Yanılmışız. Sevgisizleşmiş bu dünya çölünde vaha yaratacaktık. Yanılmışız. Farklılığımız ışıl ışıl parlayacaktı onun gözlerinde. Yanılmışız. Dolambaçlı yollara, aşk oyunlarına mecbur kalmadan, tek tip erkekliğin ve tek tip kadınlığın mahkûmiyetlerinden topyekûn azade, bizi bekleyen o masalsı bahçeye dalacaktık kaygısız.
Demek ki, diğerlerinden biraz
“yalan”, “maske” gibi taktikleri öğrenmemiz gerekiyormuş. “Aşk, hesapsız sevgidir.” diyen Mevlâna
da kimmiş; ne koparabilirsek kârmış! Sevip de sevmezlikten gelme, sevmediği
halde seviyormuş görünme bu işin şanındanmış! Üst üste taktıkları maskelerini
gece yatmadan önce bir çırpıda atı atıverenlerin yanında, bizim yastığımızda
geceler boyu kendimizle hesaplaşarak uykusuz kalmamız ne büyük enayilikmiş!
Ve biz, yani uçurum kenarlarını
mesken tutanlar, yani tutunamayanlar, Araf’takiler… Bize vaat edilen sahte
cennetlerde kayıtsızca muhallebi kaynatmaya gelmedik. Başkalarının kuyruğuna
yapışarak cehennemî bok çukurlarında birilerinin hınk deyicisi de olamayız.
Kendi misyonumuzu biz belirledik: Hiçbir oyuna, dalavereye, üçkâğıda
başvurmadan gerçek bir aşkla işimize, eşimize, çocuğumuza, ülkemize sarılmak!
Dünya bir sahneyse, biz sahnede kendi oyunumuzu
kurduk bile! “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya
dek” ve her daim kendimiz kalarak, aynı enerjiyle, aynı çocuk merakıyla
ışığa pervane olmaktır bizim derdimiz…
Aşk bir şem-i ilâhidir benim
pervânesi
Hayâli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder