1 Ağustos 2015 Cumartesi

YERLE GÖK ARASINDA

Şehvet üzerine bugüne dek hiç yazmadım. Yazmayışım onsuz yaşadığım anlamına gelmiyor; aksine onun farkındaydım, fakat "derya içre olup deryadan bihaber balık" misali kendimin farkına varasıya dek yazmaya elim de kalemim de gitmedi. Kendimin farkına varmaktan kastettiğim fark etmek değil; bireysel farkına ulaşmak! Ben şu an kendime vardım, kendimi buldum ve farkıma uyandım. Her birey farklıdır ve şehveti de bu bağlamda farklı yaşar. Ben de şehvet konusu üzerine kafa yorarak farkım üzerine düşünüyorum ve şuna uyanıyorum. Her birey farklıyken bizi aynılaştıran düzene itirazım var. Niye onun eşsiz hayal gücümüzü ele geçirmesine izin veriyoruz? Klişe bombardımanı altında hissediyorum kendimi. En görünür örnek: Dergiler ve gazeteler birer marketse, kadın fotoğrafları da onların kasap reyonu: seksi kadının dudakları yarı aralık, göğüs-kalça-butlar uçuşuyor havada! Bence seksi olmak et meselesi değil, bir ruh meselesidir. Şehvet de her kadında işte bu nedenle farklı görünür. Sözgelimi ben saçıyla oynayan bir kadını seksi bulurum. Zira bir kadın saçıyla oynuyorsa derin düşüncelere, gelecekle ilgili tasarılarına dalmıştır. Bin türlü entrika, kırkının da kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilki vardır kafasında. Ve bence ufak şeytanlıkları aklından geçiren kadın seksidir ve gücünün farkındadır. Ya da vücut hatları hiç belli olmayan, başörtülü bir kadın bile rahatlıkla seksi olabilir. Kaşını kaldırmasıyla, dudaklarını belli belirsiz büzmesiyle, erkeğinin gözüne öfkeli bakışlarını çevirmesiyle, iç çekmesiyle...

Bir diğer yaman nokta da ölçü. Açık olunmalı ama saçık asla! Ortaya saçılmamalı, dağıtmamalı, orta malı olmamalı, pespayeleşmemeli şehvet. Edebiyat ve sanat bu hususta benim hep pusulam olmuştur. Sanatsal estetiğin imbiğinden damıtılmış duygular, taşkınlığından ve hoyratlığından sıyrılır ve sıcacık kavrar insanı. Örneğin Özay Gönlüm'ün hayat verdiği bir türküde şunları dinleriz: "Tepsi tepsi fındıklar / Ayşe de Veli agayı gıdıklar" Baldan tatlı, ne şirindir burada şehvet! Belli ki Ayşe ve Veli aga bakışa bakışa fındık yemişler ve fındığın da etkisiyle sonrası malum! Aynı şekilde pek çok şiir, roman, öykü benim boğazımı yakmıştır okurken, hayallere daldırmıştır. Örneğin İsmail Uyaroğlu'nun,  Cemal Süreya'nın kimi şiirleri insanın kan akışını hızlandırır. Ya da Haldun Taner'in "Yaprak ne canlı yeşil" öyküsünü ömür billah unutamam. Ana karakter olan erkek, Karadenizli ve tutkulu bir kadınla sevişir. Kadının zevk anları deniz ve dalgalar üzerinden öyle okşayıcı anlatılır ki, o dalgalar bana bile vurur her okudukça. O nedenle benim postmodern bahnamelerle hiç işim olmadı. Merak dahi etmedim, çünkü yontulmamış içeriğinden adım gibi emindim. Ancak bir keresinde markette böyle bir kitaba rast geldim ve milyonlarca insan peynir ekmeğe koşar gibi niye bunu kapış kapış satın alıyor, ben mi bir şey kaçırdım acaba diye kendimi sorgulayarak rastgele bir sayfasını açtım. Cümle şuydu: "Penisini vajinama soktu ve..." Tüüüü! Yere tükür ki ağzındaki boktan tadı püskürtebilesin! Teknik bilgiler veren cinsel eğitim kitabı değilse bu, o zaman ne? Para tuzağı! Kolayına alışmış, pornografik kusmuklarla kirletilmiş zihinler bunları gagalıyor işte! Daha latifi, zarifi, güzeli var mı diye aramadan bu çöplerden besleniyor insanların cinsel hayatı. Ben işte tam da bu nedenle hiç pornografik film izlemedim. Tertemiz hayal gücümü beşinci sınıf yönetmenlerin lağım çukuru stüdyolarında silikonlu bebekler ve robotsu erkeklerle çektikleri filmlerle asla kirletmek istemedim. İyi ki de kirletmemişim. Şimdi benim içimde keşfettiğim kadın çok tatlı bir hafifmeşrep. Nazlı, işveli, kendinden emin, kaygısız, rayihasını rüzgara savuran, bakışlarıyla ısıtan ve illaki saçıyla oynayan!

Ayşen Gruda'nın oynadığı bir komedi filminde bayıldığım bir replik var: "Annem bana göster ama elletme dedi!" İşte budur kıvamında şehvetli kadın. Marilyn Monroe'nun o enfes beyaz elbiseli pozundaki gibi. Etekleri havalanmış, ama kapalı kalan kısımlar asıl merak konusu. Uçuş uçuş, fıkır fıkır bir ikon kadın. Sahi Marilyn Monroe neden canına kıymıştı? Bu denli hayat dolu görünen şuh kadın? Yalnızca şuh kaldığı, şuhlukla yetindiği, şuh-i sitemkarlığa terfi edemediği için olabilir mi? Bal gibi zeki bir kadın olduğu halde, "aptal sarışın", "seks bombası" kalıplarını kırmak için hiç çabalamadı mı acaba, "sex, alcohol, drugs" denilen şu şeytan üçgenine hiç sitemi, itirazı olmayan bir şuhluğa yazgılı kalmak zorunda mıydı gerçekten? Bilgim ve dolayısıyla fikrim yok. Ama ya Bridget Bardot? "Tanrı kadını yarattı" filmiyle yaratılan başka bir ikon. Katıksız seksi! Ama bence onun seksiliğine seksilik katan sadece dolgun vücut hatları değil; hayvan hakları mücadelesidir. Ve bence kutsal bir ülkü uğruna canını dişine takan her birey seksidir! M.K. Atatürk bu toprakların gördüğü en seksi adamdır. Ölüme yürüyeceğini bile bile Sultan Murat'a hiciv kılıcını çeken Nef'i seksidir. Geceler boyunca kör olasıya kadar okuyan ve yazan, kör olduktan sonra dahi medeniyet arayışından zerre taviz vermeyen Cemil Meriç seksidir. Gandhi, Mandela, Madame Curie, Aşık Veysel, Sokrates, Nicola Tesla, Türkan Saylan, orman katliamına "Devlet kim? Halk varsa devlet vardır. Ben halkım." diye haykıran Havva Ana seksidir. Bıkıp usanmaksızın yaz kış sokak hayvanlarına mama ve su taşıyan hayvanseverler seksidir. Tek bir farklı tınının peşinde yıllarca koşan bir müzisyen, zirvelere sevdalanan bir dağcı ve gündelik yaşamın çarklarına kendini kaptırmadan yalnızca işinin en iyisini yapmaya çabalayan çöpçüsünden terzisine, kuaföründen öğretmenine, bilim insanına her birey seksidir. Örnekler yıldızlar kadar... Ve ortalamayı aşmaktan ölesiye çekinerek herkesin nabzına göre şerbet veren, kendi iç denizlerinde enginlere kulaç atmaktan korkan her birey de bir o kadar iddiasızdır, ışıltısını yitirmiştir ve fark yaratamaz.

Son olarak tehlikeli ve çarpıtılma olasılığı yüksek bir cümle olacağını bile bile yazıyorum (ki bu yazının derdine vakıf olan ne kastettiğimi gayet iyi anlar): "O" güzel insan (mücadelesine olan sevgim ve saygım öylesine büyük ki) bu yazının bağlamında verilebilecek en destansı örnektir. İlle de cinsel birliktelik anlamında düşünsem bile, bir şevkat abidesi olan "O" güle dokunur gibi, kırmaktan imtina ederek dokunmuştur hanımlarına kuşkusuz. Zaten ne güzel buyurmuştur: "Bana bu dünyadan iki şey sevdirildi: Namaz ve kadın" Tam isabet! (Onun hangi sözü isabetsiz ki bu geri kalsın.) Ne soylu bir mesajdır tüm ümmete! Tamamen kendinizi ibadete verip nefsinizi ihmal etmeyin, sevin eşinizi. Tamamen nefsinizin kurbanı da olmayın, batağına saplanmayın, Allah'ı unutmayın. Yani semavi olanla bedensel olan arasındaki o tatlı dengeyi işaret ediyor. Tıpkı MFÖ'nün şarkısındaki gibi: "yerle gök arasında bir yerde". Benim anladığım; insana, yaratılmışların en şereflisine yaraşan şehvet budur. Yerle gök arasında bir yerde. Yerle gök arasında...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder