15 Ağustos 2015 Cumartesi

BABAMA

“Ölmeden önce okunacak kitaplar”, “Ölmeden önce izlenecek 100 film”, “Ölmeden önce gidilecek tatil beldeleri”… Bir yandan “carpe diem”in altını çizerken öte yandan hınzırca anımsatır gelip geçici, konup göçücü olduğunu insanın. Ben de, bir tuhaf Havva kızı, ölmeden önce yazılacak 100 mektuba koşar adım gidiyorum! Bugüne değin pek çok kişiye mektup yazdım; kendim, annem, dostlarım, sevdiğim yazarlar, yabancılar… Bu mektupların pek çoğu iletilmek amacıyla yazılmamıştı. İletilenler de “zaman bir ayrılık estirir de boğazımızda kalırsa sözlerimiz” tasasıyla iletildi. Yani dert, kadirşinas dosta söylenmeye niyetlenip de söylenememiş hiçbir söz bırakmamak. Hiçbir bahaneye sığınmaksızın. Mektuplar bu anlamda bana müthiş bir seçenek sunmuştur. Hissettiklerimin yoğunluğu karşısında “konuşma” eylemi bana hep aciz gelir, derleyip toparlayamam cümlelerimi, şiirlerden ve mecazdan mutlaka güç almam gerekir. İsterim ki bana mektup yazdırtacak ve bu mektuba ciddi anlamda vakit ve emek harcatacak kadar benim nazarımda kıymetli bir insan kıymetinin farkında olsun. Ve bu farkındalık, ona benim söyleyişimin özgeliğiyle ve sevdiğim şairlerin ölümsüz dizeleriyle kalbine yürüsün. Kısacası, Sevgi’nin penceresinden bir gül atılmış olsun bu insana. Yavan, gündelik bir dilin değil; edebiyatın ve kısıtlı da olsa deneyimlerimin ve gözlemlerimin ışığını sızdırdığı bir pencereden…

Hep niyetlenip de bir türlü yazamadığım bir insan var. Bunca yıl yazamayışımın nedeni “en güzel ve en soylu biçimde içimdekileri nasıl dışa vururum” çengeline takılıp kalmak. Fakat artık yeter! Çıplak ölüm gerçeği burnumuzun dibindeyken hangi soyluluktan bahsediyorum ki? Muhatabı bir an önce duymadıktan sonra ne hükmü kalır söz sanatlarının şahikasına kanatlanmanın?

Muhatabım: Babam. Tanıdığım kadar yakın ve dost, tanımadığım kadar yâd el, babam. Sana dair düşündüklerim nedense belli belirsiz bir hüzünde yol bulur. Neyin hüznü hiç çözemedim; bir gün eninde sonunda ayrılacak olmamızın hüznü mü, yoksa sulugözlülüğümün bana kestiği fatura mı?

Hiç kimse babasını seçmemiştir, ama herkes babasına nasıl evlat olacağını belirlemiştir. Ben sana nasıl bir “evlat” oldum, bunun muhasebesini sen yapacaksın. Ama ben bir “evlat”tan öte olduğumu hep hissettim senin yanında. Sen benim vazgeçilmez yol arkadaşımdın her anlamda: Otobüslerde, trenlerde, illerde, istasyonlarda yanımda sen vardın, kendime ulaşmaya çalışırken kaybolduğum yollarda da. Şu dünyada varoluşunun hikmeti üzerine kafa yormuş milyonlarca insan gibi ben de varoluşumun sırrı üzerine fazladan bir soru sorduysam ve fazladan bir ışık yandıysa içimde, bu senin eserindir. Eserinle ne kadar gurur duyarsın onu bilemiyorum; zira soru sordukça acılar azalmıyor, daha da şiddetlenerek artıyor.

Rahatsızlığım da bir yolculuğa dönüştü zamanla ve bu mücadeleyle dolu yolun en başında yine sen vardın. Her gelişmeden, geri gidişten, çelişkiden haberdar oldun ve elimi umutla tuttun. Ne ilginçtir, ikimiz de bıkıp usanmadık umut etmekten ve hep kesin çözümler bekledik şundan bundan çocukça. Sevinçlerimiz ve hayal kırıklıklarımızın kesiştiği kavşaklardı muayene odaları, bekleme salonları… Geriye dönüp bakıyorum da, o ruhsuz, karın ağrısı veren odalardaki tedavi öncesi sohbetlerimiz benim şifammış. Bana söylediklerin, bir türlü düzelmeyen ruh hâlime gıda takviyesiymiş.

Beckett –şu körolası Godot’yu bizlere bekletip duran adam- buyurmuş ya: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.” Biz de baba-kız ne güzel, ne görkemli yenildik be! Ben yine tamamen iyileşemedim, yine sıkıntılarım var, sana yine gel dediğimde gelirsin hiç şikâyetsiz. Birbirimizi ve mağlubiyetlerimizi “yine”liyoruz boyuna. Olsun. En güzel şarkıların yolu bu sonu gelmez tekrarlardan geçiyor: “Yine bana hüsran bana yine hasret var / Yine bana esmer günler düştü”.

Bu şarkı gibi “Hah, işte budur bizim şarkımız” dediğimiz bir şarkı, türkü ya da ezgimiz olmadı hiç seninle. Bunun üzerine de düşünmedik. Gerek duymadık belki de. Yalnız sen benden daima mutluluğu seslendirmemi istedin. “Benim sizden tek isteğim mutlu olmanız”dı senin şarkın. Bilmiyorum bunu ne kadar başarabildim; hâlâ bata çıka yürüyorum yollarda. Ama en güzel tarafı neydi bu şarkının biliyor musun? Kimseden alkış beklemeksizin şarkını söylemek. Başkalarının övgüleri, öğretmenlerin verdiği notlar, protokol düşkünlerinin biçecekleri payeler, bâtından yüz çevirip zâhire aldanmayı seçenlerin bilumum takdirleri, teşekkürleri, sertifikaları sana vız gelir tırıs giderdi. Ne mutlu bir çocukluk yaşamışım ki ben kimseyle kıyaslanmadım; daha akıllı, daha başarılı, daha parmakla gösterilen olayım diye ittirilmedim asla! Gözyaşlarımla, küçük zaferlerimle, hüzünlerimle, adımla sanımla bendim yalnızca. Ben kaldım, ben olabildim. O yüzden baba, benim en büyük zaferim sana yalan söylememek oldu. Ağlaya zırlaya da, güle oynaya da olsa hep doğrularımı duydun benden. Onlar sana yanlış gelse de gelmese de, Sevgi’nin doğrularını duydun.

Atışmalarımız da olmadı değil. Bazen çok gıcık olmayı becerebiliyorsun, hem de şeytanca, sırtlanca bir boyutta! Küçük oyunlarla tezgâhına düşen gafilleri kapı arkasından ellerini ovuşturarak izlersin. Koyu ketumluğun da cabası. Sustun mu kemiksiz susarsın. Gömülürsün kendi derinlerine. Annemin dediği üzere: “Karardıkça kararırsın”. Kimi zaman da kaskatı iraden dikilir karşımıza. Hiçbir kurşun bu duvarda delik açamaz; hiç kimse –Allah kelamını da sırtlanıp gelse- sana zorla bir şey yaptıramaz. Aramızda kalsın: Benim eski tüfek devrimci yol arkadaşıma böyle efelenmek, çalım atmak yaraşır; kulak asma!

Mektubumda sona yaklaşmanın mahzunluğuyla gelen bir tamamlanmamışlık hissi var. Oysa sana söylenecek ne çok şiir, ne çok söz, ne çok şarkı var daha bu gök kubbenin altında. Onları da bir sonraki mektuba mı saklasam? O zaman da diğer mektup yazdığım sevdiklerime haksızlık olur. Onlara birer mektup, sana..? Pek adil değil mi ne? En azından şu mektupta söylenememiş, yarım bırakılmış her sözümün esrarını barındıran bir cümleyle, senin bana en son söylediğinle sana ses vereyim buradan:

Sevgili yol arkadaşım, sırdaşım, dert ve muhabbet ortağım, ilk öğretmenim babam,
“Sen ne yaparsan yap, ben senin yanındayım!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder