5 Ağustos 2015 Çarşamba

BİR AKL-I KEMAL GELMİŞ MEYDAN’E…

Yazı öncesi not: Bu eserle ilgili hiçbir inceleme ve eleştiri yazısı okunmamıştır. Herhangi bir benzerlik bulunursa bu tamamen rastlantısaldır.

Yazımın başlığını tuhaf bulabilirsiniz; ama yazana değil, yazdırana kulak verin! Bir kitaptan bahsetmek istiyorum; gerçi kitap demek biraz haksızlık olur sanki, adeta kitabevi. Yıllarca okunmuş, üzerine derin derin düşünülmüş, kalem oynatılmış sayısız kitaptan *mürekkep bir eser… Değerli yazar Sinan Meydan, beş ciltlik bu eserinde okumasevmez toplumumuza adeta karatahta başına geçerek ve tebeşir tozuna bulanarak “Atatürk’ün Akıllı Projeleri”ni tane tane anlatıyor. Bendeki kitap beş cildin tümünün bir arada toplandığı, ansiklopedi boyutundaki sürümü. Beş cildin birbirinden bağımsız görünen, ayrı ayrı olanları da var; ancak onlar bu yazının kapsamı dışındadır.

Bir kitabı elinize ilk aldığınızda ne yaparsınız? Kapağına bakarsınız değil mi? Ben de öyle yapacağım: Kapak, siyah zemin üzerine hüzünlü ama soylu, hepimizin aşina olduğu sarartılmış bir Atatürk fotoğrafını barındırıyor. Fotoğraf gözümüzün içine içine bakıyor. Biraz sonra bahsedeceğim içeriğiyle o denli uyumlu ki! Atatürk çağdaş kıyafetiyle var orada. Çizgili ve şık kravatı, apak gömleği ve ceketiyle… Kimilerinin yalnızca Trablusgarp’taki sakallı subaya indirgemeye çalışmasının aksine, zarif bir Cumhuriyet ve demokrasi insanı bakışlarını yöneltmiş bize. Fotoğrafın üzerine dev beyaz puntolarla kitabın ismi nakşedilmiş: “AKL-I KEMAL”. Altında da alt başlık “Atatürk’ün Akıllı Projeleri” ve yazarın adı soyadı. Çarpıcı ve dikkat çekici. Özellikle Akl-ı Kemal adının seçilmesi çok isabetli olmuş ve yazar bunu “Neden Akl-ı Kemal?” bölümünde açıklıyor.  

Kapağı çevirdiğinizde ipeksi kuşe kâğıda basılmış sayfada Polonyalı bir sanatçının 1924’te hazırladığı afiş gözü okşuyor: Genç ve üretken Cumhuriyet’in bir özeti gibi. Kitap için de geçerli aslında bu özet; önsöze gerek bırakmayacak denli yalın bir afiş. Sanatçının Polonyalı olması da Atatürk’ün evrenselliğinin inceden altını çiziyor.

Kısaltmalar ve içindekiler düzenli bir biçimde sıralanmış, özellikle içindekiler bölümü ana başlıklarla geçiştirilmemiş. Çok doğru buldum tüm alt başlıkların verilmesini; hepsi bir tez çalışmasını andırır titizlikte sunulmuş. Dizin ve kaynakça da aynı şekilde. Kitapta her bölüme ilişkin serpiştirilmiş fotoğrafların yanı sıra dizinin ardından gelen “İlk kez yayımlanan fotoğraflarla Cumhuriyet” bölümündeki fotoğraflar da insanı o siyah beyaz, başı dik günlere sürüklüyor. Seyircinin tüylerini diken diken eden bir filmin finalinde gözlerinin akan jeneriğe dalıp gitmesi gibi o son fotoğraflar insanı alıp götürüyor.

İçeriğe geçmeden önce tüm bu biçimsel özellikler üzerinde neden bu kadar duruyorum dersiniz? Çağımız görsellikten, imajdan ibaret diye söylenir dururuz; ama gelin bir de buna tersinden bakalım. Kapak tasarımı, fotoğraflar, kâğıt kalitesi, yazı puntosu, madde madde anlatımlar içeriği taçlandırmalıdır kanımca. Ortada bunca emek varken –hem yazar hem okur açısından- biraz dış görünüşe çekidüzen vermek ve onu içeriğe yaraşır hale getirmek önemlidir.

Tamam, Nasreddin Hoca misali “ye kürküm ye” deyip durma diyorsanız, kapısını açalım kitabın. Önsözde Atatürk’ün tüm projeleri listelenmiş ve çok kısa özetler halinde genel bir bakış sağlanmış. Projelerin adını burada tek tek zikretmeyeceğim, merak eden lütfen bir zahmet okusun. Ama şu kadarcık bir ipucu size: Hepsi Atatürk’ün ne denli çok yönlü, geniş ufuklu bir önder olduğunun somut kanıtı! Haydi birkaç anahtar kelime daha vereyim de merakınız katmerlensin: gizli geçiş, yeşil cennet, yüzen fuar, insanlık, dinde öze dönüş, ideal Cumhuriyet köyü, sosyal fabrikalar, çağdaş üniversite...

Önsözden sonraki Giriş bölümünün başlığı kitabın adeta besmelesi: “Cehalette boğulup sıtmadan ölmediysek eğer bunu O’na borçluyuz!” Bunu desteklemek amacıyla muazzam bir bilanço verilmiş; rakamlar, istatistikler, kaskatı gerçeklik anlayacağınız… Eğitimden sanayiye, sağlıktan kadınların seçme seçilme hakkına kadar. Kitabın 15 sayfalık bu bölümünü küçük bir kitapçık haline getirip her yerde dağıtmalı! Okullara, cami avlularına, üniversite kürsülerine, evlerin kapısına bırakmalı! Görsellerle destekleyerek elbet! Atatürk’e fütursuzca küfreden nice zırcahili bile gaflet uykusunda dürtecektir böylesi bir kitapçık.

Yine girişin devamı niteliğindeki bölümde Atatürk’ün akıllı projelerinin sırrı paylaşılmış okuyucuyla. İnanın hiç uzak bir sır değil bu bize. Hepimizin başarabileceği bir şey aslında. Atatürk’ün üstün başarılarının ardındaki dehası kuşkusuz Allah vergisi, fakat her başarısını bu dehaya havale etme kolaycılığımızdan sıyrılmak için bu sırra mutlaka ermek gerekiyor.

Girizgâhı oluşturan bu üç bölümden sonra yazar başlıyor: Proje 1, Proje 2, 3, 4, derken Proje 22 ile son buluyor. Ama ne son; Atatürk’ün tatlı bir düşü! Dünyanın şimdiki ahvalinin tam tersini düşünün, düşleyin. Güzel olan ne geldiyse aklınıza, inanın onunkine hiç uzak değil!

Tarihin tarihte bırakılmamış olması, kitabı güncel ve zamanın ihtiyaçlarına yanıt verir nitelikte kılıyor. Yani sorunlarımızın kaynağı olan yakın geçmişin ve günümüzün çapsız politika anlayışına sürekli dokunulmuş ve buna paralel olarak Atatürk’ün tam bağımsızlıktan yana düşünce ve eylemlerinin bugünkü sorunlara nasıl çözüm sunduğu işlenmiş. Ayrıca sıkça tekrarlanan temelsiz Atatürk düşmanı kimi görüşlere de yer verilmiş ve bunlar kaynaklara dayanarak çürütülmüş. Yine önceden de bahsettiğim gibi, her projenin anlatıldığı bölümde o projeye ilişkin fotoğraflar, örnek dergi sayfaları, çizimler ve yazışmalar sayfaları yavanlıktan kurtarıyor. Ve insan Atatürk… Sarı paşam… Öyle canlı, dokunaklı anılar aktarılmış ki, artık o benim gözümde soyut, robotsu bir kahraman değil; sıcacık Rumeli şivesiyle dile gelen bir tatlı insan. Sohbet insanı, coşku dolu eylem adamı, içten bir mümin, doğa tutkunu…

Aslına bakarsanız, Atatürk’le ilgili Nutuk’tan başlayarak birçok yapıt okudum ve ülkemdeki pek çok insana göre biraz daha sistematik bilgiye sahibim diyebilirim. O nedenle kitaptaki bilgilerin belki üçte ikisi benim gibiler için sürpriz olmayabilir. Fakat bu kitap herkesin kitaplığında mutlaka yer bulmalıdır diye düşünüyorum; zira Atatürk’ün bu ülkenin hayrına neler tasarladığını en derli toplu haliyle bu kitapta görebiliriz. Atatürk’ün sağlık, eğitim, tarım, kadın-erkek eşitliği vb. üzerine düşündüklerini farklı kaynaklara çok fazla dağılmadan, zamandan tasarruf ederek bu eserde rahatlıkla okuyabiliriz.

Kafamı kurcalayan birkaç nokta var, onları sorgulamadan geçemeyeceğim. Amacım kusur aramak değil; bunları bu müthiş eserin nazar boncuğu olarak varsayın! Öncelikle şu “proje” kavramı... Beni hep rahatsız etmiştir. Kaldı ki üniversitede, eğitim camiasında yıllardır emek harcayan bir insanım ve etrafımız projeden geçilmiyor. Fakat ne hikmetse, “proje” bana hep sevimsiz, liboş çağrışımlar yapar, Turgut Özal’ın “İcraatın İçinden” programında gözümüze sokarcasına uzattığı kalemini anımsatır. Kanal İstanbul Projesi, Büyük Ortadoğu Projesi de birer proje değil mi? Ne olmalıydı bunun yerine acaba? “İş”? Olmaz. Atatürk gibi bir heyecan adamına 9-5 rutinini fısıldayan bir kelime yakışmaz. “Devrim”? O da olmaz; çünkü bazı projeler yalnızca düşüncede kaldı, gerçekleşemedi. Ya “tasarı”? Cuk oturmaz mıydı? Atatürk gibi bir Türkçe sevdalısının yanında bu sözcük daha güzel durmaz mıydı? Belki de yazar, bugünün insanına onun dilinden seslenmek için “proje”yi kullanmayı tercih etmiştir, kim bilir?

Ayrıca bir kronolojik karmaşa gözüme çarptı: “Çağdaş Türkiye”nin ve “Ulus Devlet”in anlatıldığı bölümler var. Ardından Balkan Savaşları’yla ilgili bir bölüm, ordu-siyaset ilişkisi derken birdenbire sporla ilgili projelere atlıyoruz. O bölüm bitiyor, o da nesi, Anadolu’nun işgaline gerisin geri dönüyoruz. Mantığını anlayamadım bunun, projeler Cumhuriyet öncesi ve sonrası olarak ayrılsa daha mı iyi olurdu?

Son olarak, kitabın bazı yerlerinde Atatürk’ün sözlerindeki haklılık payı yazar tarafından üstüne basa basa vurgulanıyor “Atatürk çok haklıdır” türünde cümlelerle. Bunlara gerçekten gerek var mı Sinan hocam? Okurunuza güvenin lütfen, bırakın o tasdik etsin Atatürk’ün haklılığını. Zaten bu kitabın hakkını verecek olan okur, böyle cümlelere gerek duymadan da yapar bu işi. Gerçi bir eğitimci olarak yazarımızın yerine kendimi koyunca titizliğini anlayabiliyorum; istiyor ki tüm taşlar yerine otursun, eksik gedik kalmasın, bu kutsal emanete sadık kalınsın. Ancak siz istediğiniz kadar büyük harflerle yazın, kalın çizgilerle çizin, anlamayana davul zurna az! Şaşı bakanlar yine çarpıtır çarpıtabildiği ölçüde!

İncelememi burada sonlandırırken Sinan Meydan’a bu başyapıtı için şükranlarımı sunuyorum. Kütüphanelerimizin büyük bir eksiği giderildi; çocuklarımıza ve torunlarımıza gönül rahatlığıyla armağan edebileceğimiz bir Atatürk abidesi var artık elimizde. 30 ciltlik “Atatürk’ün Bütün Eserleri” setinin yanına yakışan bir eser. İtiraf edeyim, benim gibi 30 cildi okumaya üşenenler için de kısmen bir kurtarıcı!

Sevgili okuyucum, bu kitabı kendine hediye et lütfen! Atatürk’e bir nebze olsun yaklaşabilmek için oku! Ve hayret et, eleştir, sevgi duy, hayal kur, ne dilersen onu bul bu kitapta! Benden sana son bir kıyak daha: Böylesine doyurucu ziyafetin üstüne Haldun Taner’in “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” eserindeki “Atatürk Galatasaray’da” öyküsü de bol köpüklü Türk kahvesi olsun!






* Sinan Meydan eserinin Arapça sözcüklerle anılmasından fazla hazzetmez diye düşünüyorum; ama “mürekkep” buraya öyle güzel oturdu ki hem “oluşmaktadır” anlamında, hem de mürekkebin bilgiyi kâğıda nakış nakış işleyişini çağrıştırdı bana. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder