2 Ocak 2016 Cumartesi

Yazar bozuntusunun kafasını duvarlara vurduğu an

Mavi Sürgün

Bu sayfanın alışkanlığıydı; kitaplardan yapılan kısa alıntıları "Falancayla 1 dakika" başlığı altında sunmak. Ta ki Halikarnas Balıkçısı'nın "Mavi Sürgün"ünde yukarıdaki gibi cümlelere rastlayıncaya kadar... Böyle satırları okudukça, yazdıklarımın çul çaput halinden utanıyorum sevgili okur. Hatta cesaretimi toplayıp Proust'a, Zweig'a, Oğuz Atay'a, Yaşar Kemal'e tekrar bulaşırsam pılı pırtıyı toplayıp dükkanı kapatmam lazım! O yüzden yazar bozuntusuyum ben. (Bunu kendime hakaret anlamında söylemiyorum; hem niye kendime hakaret edeyim, aklımı mı kaçırdım?) Göğsümde bir çiçek gibi gezdirebileceğim en değerli sıfatlarımdan biri budur artık. Çünkü "yazar" değilim; değilsem "yazıcı" mıyım diye düşündüm. Bazı yazarlar dudak büktükleri başka yazarlar için bu ismi uygun görür ya, ama "printer"ın Türkçesi olarak bana cazip gelmedi. Özdemir İnce de, mesela, çok bilmiş köşe yazarlarına "köşemen" adını takar! Ama burası gazete köşesi değil; yazılarım köşe yazısı hiç değil. "Blogger" da pek ecnebi, pek yeniyetme özentisi kokuyor. Özcesi, bulup bulabileceğim en güzeli ve özeli buydu: Yazar bozuntusu! Birikimini bozdurup bozdurup buralarda saçıyor.

Gelelim şu acayip başlığa: İtalya'daki tarlakuşunu camdan bir kafese tıkıp burnumun dibine koyan, ona yapılan işkenceyi yüksek çözünürlükte görüntüleyen, bu yürek parçalayan trajediyi izlettikten sonra iyi insanlara aralanan kapıdan zavallı kuşu uçuran satırların sahibi varken, bilinçaltımda uyuyan Gestapo'nun bana "Sen kiiiiim, yazmak kim!" diyerek dirilmesinin resmidir başlık. Ama tarih Gestapo'ları çoktan çöplüğüne göndermişken, bana tebelleş olanı ben neden göndermeyeyim? Evet, bir Halikarnas Balıkçısı değilim; zaten olmamam da gerekiyor. Yaradılışa aykırı! Onun kadar iyi yazamıyorsam, ne demeye yazıyorum o zaman? Bunun yanıtını yine Halikarnas Balıkçısı'ndan çalacağım: "İnsanlar dilerlerse okurlar; başka ne halt için yazı yazılır yahu?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder