10 Şubat 2016 Çarşamba

Şubatın kaçıydı bugün?!

Karikatürdeki adamın pişkin cevabı üzerinden gidelim. Kapitalizm karşıtlığı, tüketim ekonomisi, tüketici davranışları, arz-talep üzerine bir tartışmaya 14 şubatta hediye bekleyen herkesin karnı tok sanırım. Ben yalnızca, hediye almayışını hiçbir kılıfın altına gizlemediği için bu karikatürdeki adamın sevimli olduğunu buraya not düşüyorum! (Ha bu arada, "Önemli gün ve haftalar" kategorisine çoktan sokuşturulmuş olan Sevgililer Günü'nde her reklam panosuna, el ilanına güzel ismimi karıştırıyorlar ya; biraz buna da bozuluyorum.) 

Ankara'nın Sakarya Caddesi'nden geçmiş olanlar bilirler oradaki çiçekçileri. Sevgililer Günü'nde o caddede Ramazan pidesi kuyruğu gibi kuyruklar oluşur. Üniformalısından siviline, gencinden yaşlısına pek çok erkek çiçek alma sırasının bir an önce kendisine gelmesini bekler. Bir 14 Şubat'ta akşamüstü oraya yolum düştüğünde kuyrukta bekleyen erkeklerin çoğunun bezginliğini, hafiften karizmayı çizdirmiş olmanın bunaltısını, biraz da mesai bitimi yorgunluğunu yüzlerinde rahatlıkla gördüm diyebilirim. Yine aynı gün üniversiteden bir erkek arkadaşla sohbet ederken bana söylediği bir cümleyi unutamam: "Nişanlıma bugün çiçek götürmezsem burnumdan getirir!" O gün o arkadaşa ve kuyruktaki beyefendilere acımıştım gerçekten, şimdi de acıyorum ve zannediyorum yıllar sonra yine acıyacağım. Adamcağızlar onlara muhtemelen uymayan bir kalıba ite kaka kendilerini sığdırmaya çalışıyordu, hem de en sevdiklerinin zoruyla. 

Sevgililer ve eşler sanki çok içlerinden geliyormuş gibi uzun kuyruklara giriyor, çingenelerle bir çiçeğin döne döne pazarlığını yapıyor, yılın diğer günlerinde daha uygun fiyata alabileceği alelade bir pastayı o gün üç-dört katı kazıklanarak paketletiyor, şiire yakın durmadıkları için ancak internetten zevzeklik kopyalayıp yapıştırabiliyor. Ve bunların tümü bana çok gülünç geliyor. 

Bir kediden golden retriever gibi coşkuyla kuyruk sallamasını beklemek ya da bir beygirin kuğu gibi süzülmesini ummak ne denli doğaya aykırıysa birçok erkekten de romantik manevralar beklemek o denli onların doğasına aykırı gibi. İçinden gelmiyorsa adamın, somurtarak elini cebine atmasını beklemek niye? Aşık ile maşuğun arasındaki o paha biçilemez ilişkiye pahası çoktan biçilmiş nesnelerin, reklamların, tanıtımların, el ovuşturan alışveriş merkezlerinin girmesini aşkla bağdaştıramıyorum bir türlü. Hediye, sipariş üzerine nasıl alınır, gerçekten anlayamıyorum. Bazıları bunu öyle bir marifete dönüştürmüşler ki, onlar da beni anlamıyor: Alacak tabii, yapacak tabii... Yapmacık duran, gönülden dökülmeyen, takvime ve fiyat etiketlerine bağlanmış sevgi gösterileri... Ama çoğunluğun bunlardan gocunduğu yok. Hediye alıp vermek, bireyin kişiliğinin bir parçasıysa can baş üstüne, edecek lafı olmaz kimsenin. Onlardan arta kalanları ise "Abdurrahman çelebi"den saymak gerekiyor galiba. Hoş görünmeye çabalayan, çabaladıkça çuvallayan...

Yıllar önce izlediğim Bir Demet Tiyatro'daki Mükremin karakterinin sevgilisi, Mükremin'den ayrılınca Tankut adında uyuz mu uyuz, ekşi suratlı, kılkuyruk bir entelin sevgilisi olmuştu. Adam, entelektüel olamayacak kadar entel: Top sakallı, elinde pipoyla gezen, mahalle sakinlerini ve bazen sevgilisini aşağılayan, karikatürize edilmiş bir karakter. Kız arkadaşına doğum gününde "Felsefenin Başlangıç İlkeleri"ni hediye etmişti. Kız, kenarın dilberi olarak, tahmin edileceği üzere hiçbir şey anlayamamıştı kitaptan. Hediye mi, işte sana hediye! Adam kendi meşrebince ancak bu kadarını yapabiliyor. 

Şu karikatürdeki adamın da hastasıyım, aslını hiç inkar etmiyor:
Çok şükür bu kadar kaba bir insanla muhatap olmadım bugüne kadar; fakat benim yaşadığım durumlar da değişik! Şiire yakınlığımı bu sayfanın müdavimleri biliyor. Sevdiğim, kendimi yakın bulduğum insanlara şiirle sokulurum. Ancak çoğu kez umduğum çapta olmadı karşılığı. Örneğin birine çiçek götürmüştüm, yanına da o çiçekle ilgili bir şiir iliştirmiştim Edip Cansever'den. Şiiri okudu ve donuk bir ses tonuyla "Bu şiirde ne demek istendiğini tam anlayamadım" dedi. (Cam kırılma ses efekti gelsin!) Oysa E. Cansever'in pek çok şiirine kıyasla gayet anlaşılır bir şiirdi o! Ne tatsız bir durum: Gülünmeyen bir fıkrayı açıklar gibi bir de şiir açıkla! Ve buna benzer birkaç vaka daha... Hal böyle olunca ben de artık hoşaftan anlamayanlara sunmuyorum şiir miir. Onlara kızdığımı sanmayın, az önce dediğim gibi, atın kuğuluk taslamasını beklemek, yetmezmiş gibi bunu beceremediği için ata öfkelenmek yersiz. Bir televizyon programında da bir psikolog, doktor arkadaşıyla sohbet ederken aynı dertten muzdaripti. Psikolog, benim erkek versiyonumdu adeta: "Şiir okumayı çok severim; fakat bugüne değin kız arkadaşlarımla şiir paylaştığımda karşılık alamıyorum!..." (Adaletin bu mu dünya?)

Bu müstesna gün (!) münasebetiyle gene hediye konusuna dönersek, kimi arkadaşlarım bana kızıyorlar; erkeklerin pinti tarafını tutuyormuşum, onların işine gelen şekilde düşünüyormuşum gibi geliyor onlara. Oysa kimsenin tarafını tuttuğum yok; insanlar doğal davransın, aşkı para savurmaya indirgemesinler. Ondan ötesi benim için Orhan Veli'nin gamsız dizelerindeki gibi: "El konuşur, sevişirmiş; bana ne?"

Sevdiğine sarılınca ya da onunla gülüşünce insan vücudu oksitosin (bir çeşit mutluluk hormonu) salgılarmış. Zoraki satın alınmış hediyeler yerine, bir kucak oksitosini tercih ederim. Sıra beklemek yok, pazarlık yok, "pamuk eller cebe" yok. Şövalyelik devri kapanalı zaten çok oldu. Dizlerinin üstüne çöküp ilan-ı aşk edenler genelde fotoğraf stüdyolarında fotoğrafçıya poz veren gelin-damatlar ya da sosyal medyada evleneceklerini duyuranlar oluyor. Tanıdığım tek harbi şövalye Don Kişot'tur, o da Dulcinea'sına kavuşamadan hayata gözlerini yumdu zavallı! Yani demem o ki okur, senin için en sevgili (eşin, sevgilin, çocuğun, annen, baban, kardeşin, arkadaşın vs.) sağsa ve yanındaysa (bak ne kadar şanslısın), bırak tırışkadan tek tip sevgi gösterilerinin göz bağlayıcılığını. Ona ve kendine 365 gün oksitosin hediye et. Takvime bakıp da bugün ayın kaçıydı, bilmem ne gününe kaç gün kaldı, acaba hediyeyi internetten alıp falanca kampanyadan faydalansam mı diye hesaplara düşmeden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder