21 Şubat 2016 Pazar

Cenazeler ve Ayışığı Sonatı

İlk söz: "Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."
Mustafa Kemal Atatürk

Birkaç gün önce Eskişehir'den bir şehit cenazesi daha kalktı. Adının ne olduğunun önemi yok. Artık o da toprağın altında yatan bedeniyle toprak üstünü bizlere vatan kılan bir Mehmet oğlu Mehmet'tir. Sâlâsı okunurken sokak köpekleri uzun uzun uludu. Hep merak etmişimdir; ezan ve sâlâ sırasında köpekler neden böyle tepki verir? Sokaklarda yankılanan güçlü sese bir tepki midir bu sadece, yoksa kendi dillerinde bir haykırış, hatta bir zikir midir? Hangi hal üzere olurlarsa olsunlar, köpeklerden öğreneceğimiz var.

Köpekler ses çıkarırken biz insanlar, yaratılmışların en şereflisi, "Ayışığı Sonatı" kıvamındaki hayatlarımıza devam ediyoruz. Beethoven'ın bu yapıtı bana hep bir çıkışsızlık, bir ileri bir geri gidiş, haykıracakken susuş, sıçrayacakken geri çekiliş ve vazgeçişi anımsatır. Piyanonun çalışı monoton değildir; ama durgun ve biraz da bezgindir sanki. Dünyanın dönüşüne kendini bütünüyle teslim etmiş ve hayatında hiçbir şahlanışa ve nidaya yer vermeyenlerin yorgun ayak sesleri ve soluk alıp verişlerini duyarım onda.

Haberleri izledikçe ve dinledikçe çoğumuz üzülüyoruz, belki biraz söyleniyoruz, sonra?... "Ateş düştüğü yeri yakar" sözünün şu zamanlarda "Her koyun kendi bacağından asılır"dan farkı kalmadı. Üçüncü şahıslardan bizim ellere gelesiye kadar ateş, uzaklarda yanıp sönen bir turuncu toptan ibaret! Bir de cenaze namazlarında cemaatin şehide haklarını helal edip etmediğini sormazlar mı imamlar! Haklarınızı helal ediniz × 3 = Allah kabul etsin! Acaba o bize helal ediyor mu hakkını? Yarın Hakkın divanında o şehit bizden davacı olsa, yüzümüze tükürse haklı! Tedbirsizlikleriyle ve cüce politikalarıyla beni ölüme sürenleri alkışladınız, alkışlamasanız bile onlara hiç sesinizi yükseltmediniz, derse? Ayrıca sessiz cenazeden helallik istemek kolay; geride bıraktıklarından helallik isteyelim, bakalım verecekler mi gönül rahatlığıyla?

"Yurtta barış, dünyada barış" istikametini çizmiş dehanın tam bağımsızlıkçı dış politika anlayışını üç kuruşluk akıllarıyla "edilgenlik" sanıp elinin tersiyle itenleri ve onların tüm "stratejik derinlik"leri, "sıfır sorun"ları, "değerli yalnızlık"ları, "büyük ortadoğu projeleri", çapları, yarıçapları ve bilcümle çapsızlıklarını bir füzeye doldurup bizden çok uzaklara, uzay boşluğuna gönderebilsek diyorum. Ardından bunlar o derin boşlukta bir süre salındıktan sonra siftinip bir yere yapışırlar, oradaki yaşam formlarının bile yaşamını cehenneme çevirirler diye vazgeçiyorum. Zaten bu sıralar sayıklayıp duran kendi iç seslerimden de nefret ediyorum.

Bugünlerde, Dante'nin cehennemini yaşatan günlerde, Atatürk'ten sonra duymak istediğim iki ses var yalnızca: Birincisi Uğur Mumcu'nun sesi. İğneyle kuyu kazarak terör örgütlerinin girdisini çıktısını raporlaştıran, gerçek anlamda gazeteci olan (köşemen değil!) Mumcu tam da "Kürt Dosyası" kitabının can alıcı yerini yazarken öldürülmüştü. Ne tesadüf değil mi?! Aslında tesadüf bizler için var, Ahmet Kaya'nın şarkısındaki "bugün de ölmedim anne" sözleri gibi gündelik rahatlayışını koltuğunun altına sıkıştırıp yola devam edenler için geçerli tesadüfler. Oysa terör örgütleri için tesadüf yok, tüm vampirlikleri hesap kitap meselesi. İşte Uğur Mumcu da bu hesap kitapların dökümünü yapan adamdı. O gitti, defter kapandı.

İkinci ses, Mehmet Akif. Şarkın miskinliğine, İslam coğrafyasının aymazlığına "behey sersem" diyerek heybetli mısralar püskürten vicdan şairimizi ne zaman İstiklal Marşı şairliğine hapsettik, o zaman kaybettik. Yetiştirdiğimiz çocuklar İstiklal Marşı'nın kıtalarını ezberliyor; ancak Mehmet Akif'in ahlakından, buhranlarından, feryadından, öfkesini sivrilten vicdanından mahrum. Yürekten inanıyorum ki, yaşasaydı camilerden çıkanların tek tek yakasına yapışıp onların Müslümanlıklarından hesap sorardı.

Vicdan şairimizin deyişiyle 
"Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vayesi,
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi” 


olan adamlardan daha çekeceğimiz, daha öleceğimiz var. İnanmayan, yazının başına dönsün ve oradaki sözün üzerine bir kez daha kafa yorsun. Hâlâ inanmamakta, "yollar yapıldı, her şehre üniversite açıldı, ticaret canlandı, bize buralar dolce vita" demekte ısrar edenler uzatmasın, aşağıya baksın.

Son söz: "Allah aklını kullanmayanları murdar kılar." (Yunus sûresi, 100. ayet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder