Bir gazetecinin twitter hesabında paylaştığı çeviri harikasıdır bu! Ama
durun, hemen haksızlık etmeyin! Cahit Sıtkı Tarancı tükenmez kalem değildir de
nedir? Bir şairin dizeleri, o şairin adını dahi işitmemiş kitleler tarafından
ezbere biliniyorsa (Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder), o şair gerçekten hiç tükenmeyecek bir kalemdir!
Şiirleri de,
edebiyat derslerinin ve üniversite sınavına hazırlanırken çözdüğümüz testlerin
vazgeçilmez malzemesidir. Okuduğum lisede her sene aynı örnek bıkmadan usanmadan
verilirdi tecahül-i arif (bilineni bilmezden gelme) adlı söz sanatını açıklamak
için:
Şakaklarıma
kar mı yağdı ne var?
Benim mi
Allahım bu çizgili yüz?
Gel de isyan
etme! 35 yaş, yolun yarısı, çizgili yüz, ağaran şakaklar... derken
karamsarlığın, çökkünlüğün şairi oldu çıktı Cahit Sıtkı. Sabahattin Eyüboğlu,
klasiklere yapılan bir haksızlıktan söz eder; Cervantes'in Don Kişot'u veya
Shakespeare'in Hamlet'i gibi dev yapıtlar hakkında milyonlarca insan az çok
fikir yürütür ya da en azından adına aşinadır. Buraya kadar güzel. Ne var ki, herkesin
“bildiği” bu kitaplar, kütüphane raflarında öylece bekleme talihsizliğinden muzdariptir. Açılıp okunmaz, üzerine
tartışılmaz. Anlayacağınız, pek çok kişi için Don Kişot, yel değirmenlerine
savaş açan bir avanaktan ibarettir, Hamlet ise elinde kafatasıyla geyik
muhabbeti yapan bir meczup! Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş'ı da işte ona bu
hüzünlü meşhurluğu getiriyor! Oysa Otuz Beş Yaş’ın burukluğuna hapsedilemeyecek kadar
rengârenk şiirleri var kitabında: Çocuksu, serseri, çapkın (bir kadın göğsünü konuşturacak nispette!), iflah olmaz bir hayalperest… En
sevdiğim aşk şiirlerinden birkaçı ona aittir: Desem ki, Karasevda, İmkansız Vuslat... Abbas da bir masal diyarından yola koyulan ulak gibidir:
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni
baştan.
Cahit Sıtkı'nın şiirleri kadar avarelikleri de güzel! Mülkiye'de öğrenciyken az haylazlık yapmamış. Dersten kaytarıp çimenler üzerinde sigarasını tellendirirken şiirlerini düşünürmüş. Yakışır şairime! Düşünüyorum da, keşke benim öğrencilerim de bunun için kırsalar okulu. Ders kitapları dışındaki kitaplara gömülmek, "Ölü Ozanlar Derneği" filmindeki gibi birbirlerine şiir okumak için kaçsalar dersimden! O zaman aşağıdaki öğretmen gibi kalanlara fırça atmak için bir saniye tereddüt etmezdim:
Fakat çağımız anlı şanlı "iletişim" çağı, telefonlarda yüzlerce oyun varken kime lazım şiir! Yine de kötümser olmamalı; belki bu çağ da kendi şairlerini yaratacak. Her şair devrinin ürünü olduğuna göre, bu devrin şairleri de başka yollarda ve söyleyişlerde akacak. Ama akmak için de beslenmek gerek! Cahit Sıtkı'dan başlayarak mesela...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder