10 Eylül 2015 Perşembe

Cennet cennet dedikleri...

Şehit haberleri uğursuz yıldırımlar gibi düştükçe ülkemin çatısına, havada müsrifçe uçurulan kelimelerden biri olageldi "cennet". Durum bu olunca, Cennet cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver anları / Bana seni gerek seni diyen Yunus Emre'ye sarılıyorum cenneti bir parça anlamlandırabilmek için. Ömrümüzün özeti, ölümden sonra bir tepsi içinde Yaradan'a sunulup mükâfat ya da ceza mı beklenecek saygılı bir sessizlikle? Ve mükâfat eşittir cennette deniz manzaralı bir köşe kapmak mıdır?

Dünya hayatının ötesine inanan bir insan olarak cennet kavramına bakışımı dönüştüren cümlelerden biri, yazar Kubilay Aktaş'ın kaleminden dökülendir: "Burada bulamadıysan, öbür tarafta ne bulacaksın?". Ben de bu cümleyi zihnimde şuna bitiştirmiştim: Burada cennetini yaratmadıysan, öbür tarafta cenneti mi bulacaksın? İsra Sûresi 72. ayet de sanki bunu sezdiriyor gibi: "Kimin bu dünyada gözü kapalı ise ahirette de kapalı, hatta oradaki şaşkınlığı daha ziyade" (meal: Mehmed Akif). 

Cennetten bir selamı gönül gözüyle dünyayı seyreyleyenler alabilir ancak. Cami avlusundan ibaret değildir cennete uzanan yol; hayatın yorucu akışında rahat bir soluk aldırabilmektir bizim dışımızda da soluk alıp verenlere! Tanımadığın bir çocuğu sevindirmek, sevmediğin bir insana da iyilikte bulunabilmek, sahipsiz bir hayvanın ihtiyacını gidermek, trafikte anlayış göstermek, bir fikri aykırı bulmana rağmen onun varlığına saygı duymak...

Çalışkan insanın idealizmini, bir amaca adanmışlığın coşkusunu bunca törpüleyen ve hissizleştiren topluma inat emeğinden vazgeçmiyorsan; yani sert kabuğundan ekmeğin sıcacık buğulu içini çıkarıp yer gibi iştahla yapıyorsan işini, işte cennettesin. Şahsına münhasır cennetini yaratmışsın.

Dünya hayatında ördüğümüz veya bize örülen kozayı yırtıp kelebek olduğumuz andır cennet. Tırtıllıktan kelebekliğe süzülüşün ardından iki kanat çırpışı ve sonrası kendi miracımıza havalanma...

Buradakinden bahsettik, peki ya oradaki cennet? Cennet ötesi cennet var belki. Ya da cennet içre cennet?... Keşfettikçe kaybolacağın, kayboldukça tatlı bir esrikliğe kendini bırakacağın bir mekânda mekânsızlık duygusu...

Teolojik bilgim birkaç Kur'an ayetiyle sınırlı olunca, haliyle bilgim de sınırlı oluyor ve sorular soruları doğuruyor. (Cehaletimi bağışlayın.) Örneğin, cennette hep tok kalınacakmış; öğrenme açlığı olmayacak mı? Yürekten gelen tüm "Amin!"ler susacak mı, kurtuluşa erince iyi dilekler son mu bulacak? Nimetlerin bolluğundan şükretmek unutulacak mı? Oysa şükretmek bana göre bütün nimetleri kanatlarının altına alan, yücelerden bir nimet.

"Allah Allah deyu" akacak olan "şol cennetin ırmakları" orada yaşanılacağı varsayılan, huriler ve gılmanlarla dolu hedonizm soslu anların kenar süsü olarak kalmaya mı mahkum yalnızca? 

Yazıma yukarıdaki dizeleriyle esin kaynağı olan, şiirlerinde bana cenneti yaşatan dil ermişi Yunus Emre, cennete en çok yakışacak insanlardan biri. Cennette herkesin sevdiğiyle beraber olacağı söylenir; akrabalık veya kan bağı gerekmeksizin, sözgelimi Yunus Emre'yi sevenler onun yanı başında dizelerini dinleyebilecek mi? Yunus Emre'siz bir cennet tasavvur edemiyorum; bırakın cenneti, ırmakları bile hüzünlü akar, eksik akar.

Bir de cennetin yalnızca yayılıp ense yapma yeri olduğunu kim, nereden çıkardı? "En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız" demiş ya mavi gözlü dev, şairler de orada henüz söylenmemiş şiirlerini neden söylemesinler, ressamların paleti eşi görülmedik renklerle neden kuşanmasın, hiç duyulmamış notalardan bambaşka ezgiler neden sökün etmesin? Geometri aşığı biri neden orada cennetin geometrisinden mahrum kalmalı? Henüz keşfedilmedik yıldızlara seyahat olmasın mı?

Belki tüm bunlar benim kuruntumdur! Fakat şundan yüzde yüz eminim: Cennet, elma armut sayar gibi günah-sevap cetveli tutmaya, ibadet hesaplamalarına denkleştirilecek kadar ucuz ve sığ değil. Sadece kendi ailesine bir yıl fazlasıyla yetecek kadar istiflenen kurban eti, patronun da göreceği safta kılınan namaz, oruç tutmayanları doğduğuna pişman ederek tutulan oruç, devlet kasasından bilmem kaçıncı kez gidilen hac, kendisine yapılmadıkça haksızlığa lâl olan dille edilen dua, çekilen tesbih... Cennetin anahtarı bunlar mı? Hayır, ibadet maymuncuk değil; cennet de alelade bir kapı değil. Yine Yunusça bir zarafet gerekiyor kuru kuru ibadetin yetmeyeceğini ifade etmeye: Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil.

Fani dünyada da, baki evrende de cenneti hak etmek mücadele istiyor, inananlardan erdemli bir duruş bekliyor. Sevilenin cemaline ötelerde kavuşma umudunu da asla yitirmeyerek. Ezcümle cennet, kollarını bütün ihtişamıyla açmış, talibini sabırsızlıkla bekleyen dosttur! Burada da, orada da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder