NOT 1: Eski defterleri karıştırırken karşılaştığım bu yazıyı 25.07.2009 tarihinde yazmışım. Noktası virgülüne dokunmadan burada paylaşmak istedim. Olur da, bir kişide bile bahsettiğim romanı okuma isteği uyanırsa, yazım karanlık çekmecelerde israf edilmemiş olur. Sevgili okuyucum, yoksa sen hâlâ "Tutunamayanlar"ı okumayanlardan mısın?
Tutunamayanlar'a başlarken yaşadığım tedirginliği, bitirirken de hissedeceğimi nereden bilebilirdim? Hiç okuma fırsatı bulamamaktan, okusam da anlayamamaktan korktuğum şaheseri bir çırpıda anlatamamak telaşındayım şimdi. Gereksizdir telaşım biliyorum; çünkü sayfalarca tezler, eleştiriler ve kitaplar kaleme alınmış bununla ilgili. Bir çırpıda, bir sayfada elbette eli kolu bağlanır yorumcunun. Ancak ben romanı yeni bitirmişken, sıcağı sıcağına not almadan geçemeyeceğim. Ve bu romanın gizemli kapılarını aralayarak kuytularını ışıldatan araştırmaları hep okuyacağım.
Kitap, küçük burjuva dünyasının alaya alınması olarak tanımlanagelmiş. Bence eksik. Şöyle somutlanabilir roman: Yazar, "Selim Işık" karakterini bir taş gibi -uçsuz bucaksız bir deniz düşünün- o denize fırlatıyor. Denizde oluşan halkalardan biri, küçük burjuva değerlerini; öteki, eğitim sistemini; beriki, bürokrasiyi; bir başkası, kadın-erkek ilişkilerini temsil ediyor ve aslında bütün insanlık - bahsettiğimiz deniz- kitabın elverdiği ölçüde bundan nasibini alıyor. O nedenle, aydın-çevre uçurumu veya aydın yabancılaşması gibi yaklaşımlar, her ne kadar öze dokunsa da kitabı tümden karşılamaktan uzak.
Romanı okurken yer yer Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam"ını anımsamadan edemedim. Orada da paralel bir tema vardır. Ancak şu biçim farkıyla: Yusuf Atılgan doğrudan sataşır. Dobra dobra sorar "Niye böylesiniz?" diye ve hatta C., isim takar kendinden olmayan ezici çoğunluğa. Oğuz Atay ise insanlığı getirir bırakır romanın orta yerine, arkasına saklandığı çalılıktan izler "ol serencâmı" ve kıs kıs güler. Bu gülüş, kâh acı kahkahalara bırakır yerini, kâh buruk bir gülümseyişe.
Başlıktaki soruya gelirsek... Bir roman; konu edindiği küçük, toplumun görmezden geldiği, yarı masal yarı gerçek bir aydın kitlesine okurun kendisinin dahil olup olmadığı konusunda okuru şüpheye düşürecek kadar sarsabilir(miş)! Ve kitabın sonunda, yazarın "tutunamayanlara" olan ithafını görünce elimizde olmadan kendimize "Bana da mı?" sorusunu soruyorsak, evet! Bir roman, insanı ancak bu kadar sarsabilir, sersemletebilir ve yakasına yapışabilir.
NOT 2: Ruhun şad olsun Oğuz Atay. Peki vaktinde kadrini bilmeyenlere ne demeli? Sen ölmeden romanına omuz silken, öldükten sonra "Tabii ya!" deyip kafasına elma düşmüşcesine ayan edebiyat-çı zevatı Allah'a havale etmeli. Kalanını onlar düşünsün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder