Yazı öncesi uyarı: Okuyacağınız satırların yazarının aldığı tek müzik eğitimi temel düzeyde bağlama ve vurmalılar üzerinedir ve nota bilgisi ilkokul solfejini geçmemektedir. Müziğe ilişkin aşağıdaki yorumlar, bir dinleyicide oluşmuş uçucu izlenimlerden ibarettir.
SEZEN AKSU: İstanbul kadını
SEZEN AKSU: İstanbul kadını
Eskiden TRT’nin radyo kanalında
pop müzik saati bittiğinde ciddiyetle titreşen bir anons duyulurdu: “Hafif müzik dinlediniz.”
Klasik Türk müziğinde “hafif” bir usuldür ve bununla ilgisi var mı bilmiyorum; fakat
bu anonsu duyunca hep aklımdan şu geçerdi: “Ne yani, dinlediğim Sezen Aksu
hafif kadın mı oldu şimdi?” Hayır, ne Sezen Aksu’nun kendisi, ne şarkıları
hafiftir; tam aksine silindircesine ezip geçmiştir beni o şarkılar… Sezen Aksu
İstanbul’dur kuşkusuz. Ben Eskişehir kızıyım, İstanbul beni gizemleriyle daima ürkütmüştür; fakat Sezen Aksu’nun şarkılarındaki İstanbul aşk şehridir,
gitmelerin kalmaların mütereddit basamakları vardır orada. Vapurda rüzgâr püfür
püfür yüzüme eserken “Ada vapuru yandan çarklı”dır. Sarışın erkekler zerre kadar
ilgimi çekmediği halde “Gel gel sarışınım” hatırına sarışın birisine âşık
olasım gelmiştir bir zamanlar. Hele “Karaağaç”… Gölgesinde az mı gözyaşı
dökmüşümdür! Hangi birini saymalı; her şarkı düş gücümün bileyicisi, elimden
tutup sayısız romantik komedi, dram, trajedi izletendir. Kimi sokulgan ve
sıcacık, kimi zilli ve oynak, kimi asi, kimi ürkek; kısacası kadınlığın tüm
halleri... Haldun Taner usta boşuna mı söylemiş: “Kadın deniz gibidir, bir
dalgalı bir durgun”. Sezen Aksu şarkıları da dalgalandırıp dalgalandırıp
durultuyor ruhumu. Bazen kabıma sığmıyorum; saraylar, hanlar, hamamlar, köşkler
sahibiyim sanki, o derece hoşnutum kendimden! Bazen kaçacak delik arıyorum yalnızlığın
sağanağından. Tıpkı "Yine mi güzeliz yine mi çiçek"teki gibi:
gece çok genç, arzular şelale
haber etsek o yare
gelse Bomonti'den
şereflendirse bizi
olsak teyyare
CEM KARACA: Şepkemin altındayım
gece çok genç, arzular şelale
haber etsek o yare
gelse Bomonti'den
şereflendirse bizi
olsak teyyare
CEM KARACA: Şepkemin altındayım
Çok erkeksi, dikenli, sakallı bir
ses… Sevda şarkılarında bile huzur vermeyen bir yanı var. Nidası var göğe ağan.
“Nem alacak felek benim” derken adeta küfür uçurur talihine! “Raptiye rap
rap”ta Özal’a, Demirel’e, “Netekim”e, 80’lerin cümle figür ve figüranlarına
tabancasını ateşler. Ama benim gözdem: “Sen de başını alıp gitme”. Şarkıya
başlarken “Beeeeeen!” diye öyle bir haykırışı var ki, sanki o giden kadının
saçını bileğine dolamış kendine çekiyor! Sıkıysa terk etsin bakalım o vefasız
kadın! Bir de son demlerinde Marksist kimliğinin ağırlığından soyunduğunda söylediği “Allah
yar” nice ilahiden daha dokunaklıdır ve çalındığı-söylendiği mekanı hacmiyle doldurur. İyi ki varmışsın şapkasının kuytusunda şarkısını ünleyen adam…
ZÜLFÜ LİVANELİ: Kendi bestelerini mahveden zarif insan
Zülfü Livaneli benim için bir pişmanlıktır. Şarkılarını dinlediğim için değil; dinleyemediğim için. Şöyle izah edeyim: Babamın adaşı olan bu zat, ben çooook küçükken Eskişehir'e teşrif buyurmuştu. Babam da beni onun konserine götürecekti. Onun şarkılarıyla büyüdüğüm için çok sevinmiştim, e bir de baba-kız konsere gideceğiz; az şey miydi bu? Gideceğimiz akşam, çocukluk işte, ben konseri unuttum ve uyudum. Babam da beni uyandırmaya kıyamamış olmalı ki, konsere gidemedik. Yıllar geçti, bir türlü fırsat geçmedi elime bu adamı kanlı canlı dinlemeye. Eskişehir'e de seyrek geliyor. Ancak bir gün şansımız yaver giderse, babamı ben konsere götüreceğim. Bu kez o uyuyakalmazsa tabii!
Bestelerinden bahsedecek olursam... Milyonların söylediği "Karlı Kayın Ormanı" (Söz: Nazım Hikmet) benim de en sevdiğimdir diyemeyeceğim (gıcıklık değil mi). Çünkü en sevdiğim değil. Hatta bana biraz çocuk şarkısı gibi geliyor! "Saat 4 yoksun" mu desem (Söz: yine Nazım Hikmet), "Yıkıcı bir aşk" mı desem (Söz: Cemal Süreya), "Çırak Aranıyor" mu desem (Söz: Refik Durbaş)... Seçemedim. En iyisi dinleyip siz karar verin.
İcrası besteciliğinin çok altındadır yalnız. Kendi bestelerinin şarkıcısı olamamanın dramı vardır onda! Bazen detone olur, sesi kendi yazdığı notalara tutunamaz, düşüverir. Hele "Yaşamak" şarkısına bir başlayışı var ki... Tam bir fecaat! O ne ruhsuz söyleyiş, o ne acemi okul korosu donukluğu!... Şarkı hem sözleriyle, hem bestesiyle tam bir kitle şarkısı, dillerde marş olup arşa yükselebilecek bir çaptayken yörüngesinde dönüp durmuş... Ah ah...
AHMET KAYA: Yaşarken cehenneme sürülmüş, ölünce devlet affıyla cennete dönmüş
Ülkemin şu çelişkisine gülmeli mi, ağlamalı mı: Birbirine kanlı bıçaklı düşman iki politik güruhun üzerinde istese de istemese de birleştiği ve büyük bir iştahla dinlediği yegane besteci ve şarkıcı... Silahını kabzasında tutamayan adam... Hayli protest, bir miktar arabesk. Şarkılarının pek çoğunun bestesi ona ait, sözleri şairlere. Şairlerden beslenmesi de onu benim için vazgeçilmez kılıyor. Düzenlemeler ona mı ait bilmiyorum. Bağlamayla onca damardan girişin ardından kemanlar, flütler niye o kadar inceden, çocuksu tınılamaktadır? Dinmeyen bir hasreti var, ondan olsa gerek.
Şafak Türküsü... Saçlarına ak değil yıldız düşen, mahpushane kapılarında bekleşen analara güzelleme... Nevzat Çelik'in şiirlerini fazladan okutan bu bestedir ve Ahmet Kaya'nın aralara serpiştirdiği şiir okuyuşlarıdır işte! Besteleriyle hüzünlendirdiği yetmezmiş gibi, şiiri de iyi seslendirirdi rahmetli. Ahmed Arif'in "Uy Havar"ında "Muhammed İsa aşkına" derken sanki kadim kutsal bir metinle avaz avaz vaazına başlayacak gibi açar ağzını. "Birazdan Kudurur Deniz"in şiir okuduğu bölümlerinde "bu ilişkiler, bu zaaflar seni yiyip bitirir / seni yiyip bitirir / dirhem dirhem azalırsın" da deniz kenarında yükselen dalgaları dalgın dalgın seyrederken içsel hesaplaşmasını yapan bir adamın bıçak sırtı tedirginliğini duyarız. Halim Şefik'in "Balık Ağzı" şiirini "Kılıç Balığının Öyküsü"nde okurken Ruhi Su'nun epey etkisinde kalmış, coşkusunu bastırmış. Okyanuslara yaraşır taşkınlıkta akabilirdi oysa!
Ahmet Kaya, eserlerinde kabadayıvari bağırıp çağırmalarıyla, utangaç sevgi cümleleriyle, terk edişleriyle, başkaldırmalarıyla yarına kalacak bir adamdır. Bu topraklarda çokça tartışılmış, çokça cezalandırılmış, hem alaşağı edilmiş hem gizliden kutsanmış, kendi trajik öyküsünün notalarla kuşanmış bir kahramanı ve anti-kahramanı... "O mahur beste çalar" ve ağlatır durur bizi...
(Son dönemdekilerden bir bonus)
Bestelerinden bahsedecek olursam... Milyonların söylediği "Karlı Kayın Ormanı" (Söz: Nazım Hikmet) benim de en sevdiğimdir diyemeyeceğim (gıcıklık değil mi). Çünkü en sevdiğim değil. Hatta bana biraz çocuk şarkısı gibi geliyor! "Saat 4 yoksun" mu desem (Söz: yine Nazım Hikmet), "Yıkıcı bir aşk" mı desem (Söz: Cemal Süreya), "Çırak Aranıyor" mu desem (Söz: Refik Durbaş)... Seçemedim. En iyisi dinleyip siz karar verin.
İcrası besteciliğinin çok altındadır yalnız. Kendi bestelerinin şarkıcısı olamamanın dramı vardır onda! Bazen detone olur, sesi kendi yazdığı notalara tutunamaz, düşüverir. Hele "Yaşamak" şarkısına bir başlayışı var ki... Tam bir fecaat! O ne ruhsuz söyleyiş, o ne acemi okul korosu donukluğu!... Şarkı hem sözleriyle, hem bestesiyle tam bir kitle şarkısı, dillerde marş olup arşa yükselebilecek bir çaptayken yörüngesinde dönüp durmuş... Ah ah...
AHMET KAYA: Yaşarken cehenneme sürülmüş, ölünce devlet affıyla cennete dönmüş
Ülkemin şu çelişkisine gülmeli mi, ağlamalı mı: Birbirine kanlı bıçaklı düşman iki politik güruhun üzerinde istese de istemese de birleştiği ve büyük bir iştahla dinlediği yegane besteci ve şarkıcı... Silahını kabzasında tutamayan adam... Hayli protest, bir miktar arabesk. Şarkılarının pek çoğunun bestesi ona ait, sözleri şairlere. Şairlerden beslenmesi de onu benim için vazgeçilmez kılıyor. Düzenlemeler ona mı ait bilmiyorum. Bağlamayla onca damardan girişin ardından kemanlar, flütler niye o kadar inceden, çocuksu tınılamaktadır? Dinmeyen bir hasreti var, ondan olsa gerek.
Şafak Türküsü... Saçlarına ak değil yıldız düşen, mahpushane kapılarında bekleşen analara güzelleme... Nevzat Çelik'in şiirlerini fazladan okutan bu bestedir ve Ahmet Kaya'nın aralara serpiştirdiği şiir okuyuşlarıdır işte! Besteleriyle hüzünlendirdiği yetmezmiş gibi, şiiri de iyi seslendirirdi rahmetli. Ahmed Arif'in "Uy Havar"ında "Muhammed İsa aşkına" derken sanki kadim kutsal bir metinle avaz avaz vaazına başlayacak gibi açar ağzını. "Birazdan Kudurur Deniz"in şiir okuduğu bölümlerinde "bu ilişkiler, bu zaaflar seni yiyip bitirir / seni yiyip bitirir / dirhem dirhem azalırsın" da deniz kenarında yükselen dalgaları dalgın dalgın seyrederken içsel hesaplaşmasını yapan bir adamın bıçak sırtı tedirginliğini duyarız. Halim Şefik'in "Balık Ağzı" şiirini "Kılıç Balığının Öyküsü"nde okurken Ruhi Su'nun epey etkisinde kalmış, coşkusunu bastırmış. Okyanuslara yaraşır taşkınlıkta akabilirdi oysa!
Ahmet Kaya, eserlerinde kabadayıvari bağırıp çağırmalarıyla, utangaç sevgi cümleleriyle, terk edişleriyle, başkaldırmalarıyla yarına kalacak bir adamdır. Bu topraklarda çokça tartışılmış, çokça cezalandırılmış, hem alaşağı edilmiş hem gizliden kutsanmış, kendi trajik öyküsünün notalarla kuşanmış bir kahramanı ve anti-kahramanı... "O mahur beste çalar" ve ağlatır durur bizi...
(Son dönemdekilerden bir bonus)
TOYGAR IŞIKLI: Dizileri reyting celladının ipinden alan adam
Yanlış okumadınız; reklamlarla ve baygın bakışmalarla neredeyse 3 saat boyunca ekranlara vasatlık kusan (bazen onun bile altında!) Türk dizilerini gitarının dokunuşuyla biraz olsun hizaya getiren, boşluklarını dolduran biri varsa o da bu adamdır. Senaryolarını, oyuncularını boş verin; bir zamanlar Kıraç’ın dizilere kattığı neyse bu adamın da yaptığı o! Müziğini bestelediği dizileri oturup izlemişliğim yoktur; fakat bestelerini mutlaka dinlemişimdir. Örneğin “Hayat gibi” çok anlamlıdır benim için. Hâsılı, dizileri değil ama seni severim duygusal dazlak!
To be continued... (Meali: Bu şarkı burada bitmez!)
To be continued... (Meali: Bu şarkı burada bitmez!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder