Nicedir aradığım müziğe kavuştum. Kulağıma şurada burada kısmen çalınan ama adını yeni öğrendiğim eser, Handel'e ait: Sarabande. Handel uzun süredir dinlediğim bir müzisyen; eserleriyle iyi geçinmişimdir. (Kimi bestecilerin besteleri çok huysuz ve geçimsizdir benim için. Sürrealist bir tablonun karşısında şaşkın şaşkın dikilen bir sanat acemisi gibi dinlerim ve anlamlandırmaya çalışırım onları; fakat nafile uğraş! Örneğin, tut Wagner'in perçeminden ve bestelerinden! Hitler'in en sevdiği besteci. Oradan bir gıcığım vardı kendisine öteden beri. Bir de tutmuş "saf ırk" üzerine yazmış Hitler'den çok önce ve kalemini kirletmiş! Hitler onu sevmeyip de ne yapsın!).
Bir anıt, notayla nasıl dikilir, bu yapıtta öğrenmek mümkün. Zafere kan revan içinde, düşe kalka, toza çamura bata çıka nasıl yürünür, bu yapıtta gözlemlemek mümkün. (İlginçtir, bazı Mevlevi ayinlerinde de aynı hisse, hatta daha fazlasına, kendimi kaptırıyorum! Mevleviliği düşününce... Aslında ilginç değil.) Zafer yürüyüşünden kastım, yalnızca muharebe meydanlarındaki değil. Hepimizin yok mu irili ufaklı savaşımları, galibiyet ve mağlubiyetleri? Çelişkileri, düştüğü çukurları ve tırmandığı tepeleri?... İşte Sarabande, benim eninde sonunda galibiyetle bitecek savaşlarımdan birisini temsil ediyor. Kahırdan ağlayarak başladığım ve sevinç gözyaşlarıyla bitecek yolculuğumun hikayesi. Hiçbir yolculuğum beni bu kadar hırpalamadı, yüzümü gözümü tırmalamadı; fakat bu denli de beslemedi! Aynı zamanda, iman kuvvetlendiren bir yolculuktur bu! İman, en başta kendine iman; kendine iman ettiğinde Yaratıcı'ya iman -hiç kaçarı yok- peşi sıra geliyor. Gücünü güçsüzlüğünden almak; yani zayıf, perişan bir ot iken yol kenarında biten, üstüne basanlara kafa tutarak "Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var" demek geliyor içten! Ot güçsüzlüğünle O'nun sonsuz gücünü birleştirdiğini hissetmek: İnsanın benliğine ve bedenine dalga dalga yayılan bir titreşim. Ve Sarabande da bu titreşimi, kulaklardan içeri akıtıyor. Damlalar köpüklere, köpükler dalgalara, dalgalar su patlamalarına büyürken, devleşerek üstüne üstüne yürüyen suya karşı kollarını cüretle açmak gibi. İnsanı dakikasında yere serecek gibi görünen o sular devirmez insanı, yalnızca yıkar, arındırır. Buz gibi serinliğiyle kan akışını hızlandırır. Kanın hareketlenmesi ise iyidir, insanın hareketlenmesinin iyi olduğu gibi. Kımıldamak, hayat belirtisidir. Silkinip doğrulmak, güç toplamaktır. Ardından yola koyulmaktır bize yakışan. Sarabande'daki yaylıların girişi gibi. Bir maraton koşucusu misali. Parmak uçları yere yapışıkken, toprağına saldığın köklerden sağlam bir kopuşla öne atılmak... Bu koşuda yalnızım. Rakibim yok. Seyircim de. Koşumun bittiğini kimse fark etmeyecek, kimse alkışlamayacak beni. Aferin delisi bir maraton değil çünkü bu. Madalyası, nişanı, katılım belgesi yok. Birinci geleni yok, sonuncusu da. Bu nedenle "galiptir bu yolda mağlup". An gelip düşsem de kalkacağımdan elifi elifine eminim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder