Metin Üstündağ - Penguen, 27.08.2009 |
Sizi bilmem ama ben yıllardır aynı sorular ve aynı yanıtların pişkinliğine terk edilmiş İslami bakışın sığlığında boğulanlardanım. "Oruçluyken sakız çiğnenir mi?" sorusunu ağzına sakız edenlerden gına geldi derken, daha büyük kötülüklerin batağındaki günümüz Molla Kasımlarının kuşattığı bir iklimde Yunus Emre'mizi kaybettiğimizi düşünüyorum. Tasavvuf, felsefe, akıl, vicdan ve ahlakın eleğinden geçmiş ve inceltilmiş bir İslami duyarlılığı mumla arıyorum.
Bu arayışım sırasında uzunca bir süredir yazılarını ve konuşmalarını takip ettiğim ilahiyatçı-yazar Ayşe Sucu'nun iki kitabını okudum. Ayşe Sucu, bana göre "feryadı olan" bir yazar. İslam dünyasının çıkmazlarını gördüğü halde susanlardan ya da karikatürdeki gibi saçma sorulara cevap geveleyerek gün geçirenlerden değil. Konuşmaları ve yazıları yarına kalır nitelikte. İslam dünyasındaki sorunlara hem kadın duyarlılığıyla hem de insani açıdan yaklaşan bir araştırmacı. Yani "önce insan" anlayışını "insana saygı Allah'a saygıdır" düsturunda özetlemekte. İnsanın varoluşuna katkı sağlamayan, ahlak ve vicdan terazisinde tartılmamış hiçbir dinsel dogma, sırf bazı İslami kaynaklarda yer bulmuş veya kuşaktan kuşağa aktarılmış diye yazarın sorgulamasından paçayı kurtaramaz.
Onu benim için pek çok ilahiyatçıdan ayrı tutan bir diğer özelliği de zarif üslubudur. Üst perdeden konuşmaz ve yazmaz, satırların arasından okura parmak sallamaz. Sıklıkla soru sorar ve biz dilini kullanır. (Kimi entelektüeller karşı gelir biz dili kullanmaya; başkalarının yaptığı yanlışlar beni bağlamaz diyerek. Oysa bazı durumlarda hiç kimse "ben toplumdan bağımsızım" diyerek kendini arındıramaz.) Ayrıca kişileri ve kurumları eleştirmenin onlara hakaret etmek olmadığını, aksine onların gelişimi için bir fırsat olduğunu yine onun satırlarında görebiliriz.
Okuduğum kitaplardan kısaca bahsedersem:
Sözde Dindarlık ve Akıl Tutulması
Bu kitaptaki yazıların ağırlıklı kısmını, yazarın Sözcü gazetesinde yayımlanan köşe yazıları oluşturuyor. Buradakilere benzer yazılar her pazartesi gazetede okunabilir.
Yazılar üç başlık altında toplanmış: Din-Ahlak İlişkisi, Din-Siyaset İlişkisi ve Din-Kadın İlişkisi. Bu konu başlıkları dahilinde aklınıza gelebilecek pek çok kavram, tarihin biriktirip önümüze attığı pek çok güncel sorun tartışılıyor. Ancak bu tartışmaları kof, günlük atışmaların ötesine geçiren, yazarın okurunda farkındalık oluşturma çabası. Bazen ilahiyat alanında uzmanlaşmamış bir okurun bilemeyeceği kimi kavramlar bir köşe yazısının sınırlarını aşmayacak şekilde kısaca açıklanıyor, bazen de o okurun bildiğini sandığı kavramlara ilişkin bugüne dek üstü örtülmüş incelikler paylaşılıyor.
Yazıların beslendiği kaynakların başında Kur'an ve hadislerin yanı sıra doğu ve batı felsefesi, tasavvuf, edebiyat geliyor. Dünya üzerindeki hiçbir kültüre haksızlık edilmeden sevgi, hoşgörü, eşitlik, adalet gibi ortak değerlerin üzerine titreniyor. Örneğin Kierkegaard'la başlayan bir yazı Hz. Muhammed'le devam edip Mehmet Akif'le bitebiliyor. İbretlik kıssalar, özlü sözler, şiirler, anılarla bezeli yazılar sohbet tadında akıp gidiyor. Bu öykücüklerden biri beni çok etkilemiştir. Yazarın "Kutsalın Ölümle Sınavı!" yazısından:
Söylemeden geçemeyeceğim tek rahatsızlık veren durum, kitaptaki sayısız yazım yanlışı. Yazım yanlışlarını hem yazarın hem okurun emeğine saygısızlık olarak gördüğüm için yayınevinin (Arıtan Yayınevi) düzeltmenine bir taş atayım buradan. Görevini yerine getirmemiş. Örneğin, ayrı yazılan "de" ve "ki"ler bitişik, bitişik yazılanlar ayrı yazılmış pek çok yerde. "Bugün" gibi bazı birleşik sözcükler ayrılmış. "Muharebe" meydanı, "muhabere" meydanına dönmüş; oysa iki sözcüğün anlamı farklı.
Din ve Kadın
Bu eser de çeşitli makalelerin ve bildirilerin toplanmasıyla oluşturulmuş; fakat tek bir kaynaktan alınmadığı ve farklı yerlerde birbirine benzer konulara temas edildiği için kimi yazılar biraz birbirini tekrar eder hale gelmiş. Yine de kadını aşağılamaya ve ötelemeye İslam'ı payanda kılanların cirit attığı ülkemizde okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer bir kitap. Ayrıca yazar, Diyanet Vakfı kadın kollarının kurucusu olduğu için, bir yol açmanın mihnetini çektiğini de görüyoruz kitapta.
Eserin dili, Sözde Dindarlık ve Akıl Tutulması'na (2014) göre biraz daha kitâbi kokuyor. Bunda eserin daha önce yayımlanmış olması (2005) ve yazarın kendi sohbet dilini yıllar geçtikçe oturtmasının payı var mıdır; yoksa bildiri ve makaleleri biraz resmiyetle kaleme alıp gazete yazılarının içeriğini yumuşatarak mı oluşturmuştur bilemem.
Burada anlattığım iki eserden bir okur olarak çıkarttığım şudur: Okuduğum her yazı, içtenliği ve zarafetiyle berrak bir suyun üstünde yüzen nilüferlere benziyor. Bundan sonra gönül ister ki, yazarımız o berrak sudan da bizi nasiplendirsin. Yani farklı konulara dağılmak yerine, örneğin bir Hz. Muhammed, bir Hz. Ali portresine yoğunlaşan, daha derinlikli bir kitap okumak isterdim Ayşe Sucu'nun kaleminden. Ya da tasavvuftan kâr elde eden yayınevleri, kişisel gelişimci, şucu bucu ortalıkta at oynatırken, yazarımız tasavvuf üzerine yazamaz mı? İlahiyat alanı içerisindeki özel uzmanlık dalını bilmiyorum; ancak yazabilecek birikimde olduğunu düşünüyorum.
Bu arayışım sırasında uzunca bir süredir yazılarını ve konuşmalarını takip ettiğim ilahiyatçı-yazar Ayşe Sucu'nun iki kitabını okudum. Ayşe Sucu, bana göre "feryadı olan" bir yazar. İslam dünyasının çıkmazlarını gördüğü halde susanlardan ya da karikatürdeki gibi saçma sorulara cevap geveleyerek gün geçirenlerden değil. Konuşmaları ve yazıları yarına kalır nitelikte. İslam dünyasındaki sorunlara hem kadın duyarlılığıyla hem de insani açıdan yaklaşan bir araştırmacı. Yani "önce insan" anlayışını "insana saygı Allah'a saygıdır" düsturunda özetlemekte. İnsanın varoluşuna katkı sağlamayan, ahlak ve vicdan terazisinde tartılmamış hiçbir dinsel dogma, sırf bazı İslami kaynaklarda yer bulmuş veya kuşaktan kuşağa aktarılmış diye yazarın sorgulamasından paçayı kurtaramaz.
Onu benim için pek çok ilahiyatçıdan ayrı tutan bir diğer özelliği de zarif üslubudur. Üst perdeden konuşmaz ve yazmaz, satırların arasından okura parmak sallamaz. Sıklıkla soru sorar ve biz dilini kullanır. (Kimi entelektüeller karşı gelir biz dili kullanmaya; başkalarının yaptığı yanlışlar beni bağlamaz diyerek. Oysa bazı durumlarda hiç kimse "ben toplumdan bağımsızım" diyerek kendini arındıramaz.) Ayrıca kişileri ve kurumları eleştirmenin onlara hakaret etmek olmadığını, aksine onların gelişimi için bir fırsat olduğunu yine onun satırlarında görebiliriz.
Okuduğum kitaplardan kısaca bahsedersem:
Sözde Dindarlık ve Akıl Tutulması
Bu kitaptaki yazıların ağırlıklı kısmını, yazarın Sözcü gazetesinde yayımlanan köşe yazıları oluşturuyor. Buradakilere benzer yazılar her pazartesi gazetede okunabilir.
Yazılar üç başlık altında toplanmış: Din-Ahlak İlişkisi, Din-Siyaset İlişkisi ve Din-Kadın İlişkisi. Bu konu başlıkları dahilinde aklınıza gelebilecek pek çok kavram, tarihin biriktirip önümüze attığı pek çok güncel sorun tartışılıyor. Ancak bu tartışmaları kof, günlük atışmaların ötesine geçiren, yazarın okurunda farkındalık oluşturma çabası. Bazen ilahiyat alanında uzmanlaşmamış bir okurun bilemeyeceği kimi kavramlar bir köşe yazısının sınırlarını aşmayacak şekilde kısaca açıklanıyor, bazen de o okurun bildiğini sandığı kavramlara ilişkin bugüne dek üstü örtülmüş incelikler paylaşılıyor.
Söylemeden geçemeyeceğim tek rahatsızlık veren durum, kitaptaki sayısız yazım yanlışı. Yazım yanlışlarını hem yazarın hem okurun emeğine saygısızlık olarak gördüğüm için yayınevinin (Arıtan Yayınevi) düzeltmenine bir taş atayım buradan. Görevini yerine getirmemiş. Örneğin, ayrı yazılan "de" ve "ki"ler bitişik, bitişik yazılanlar ayrı yazılmış pek çok yerde. "Bugün" gibi bazı birleşik sözcükler ayrılmış. "Muharebe" meydanı, "muhabere" meydanına dönmüş; oysa iki sözcüğün anlamı farklı.
Din ve Kadın
Bu eser de çeşitli makalelerin ve bildirilerin toplanmasıyla oluşturulmuş; fakat tek bir kaynaktan alınmadığı ve farklı yerlerde birbirine benzer konulara temas edildiği için kimi yazılar biraz birbirini tekrar eder hale gelmiş. Yine de kadını aşağılamaya ve ötelemeye İslam'ı payanda kılanların cirit attığı ülkemizde okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer bir kitap. Ayrıca yazar, Diyanet Vakfı kadın kollarının kurucusu olduğu için, bir yol açmanın mihnetini çektiğini de görüyoruz kitapta.
Eserin dili, Sözde Dindarlık ve Akıl Tutulması'na (2014) göre biraz daha kitâbi kokuyor. Bunda eserin daha önce yayımlanmış olması (2005) ve yazarın kendi sohbet dilini yıllar geçtikçe oturtmasının payı var mıdır; yoksa bildiri ve makaleleri biraz resmiyetle kaleme alıp gazete yazılarının içeriğini yumuşatarak mı oluşturmuştur bilemem.
Burada anlattığım iki eserden bir okur olarak çıkarttığım şudur: Okuduğum her yazı, içtenliği ve zarafetiyle berrak bir suyun üstünde yüzen nilüferlere benziyor. Bundan sonra gönül ister ki, yazarımız o berrak sudan da bizi nasiplendirsin. Yani farklı konulara dağılmak yerine, örneğin bir Hz. Muhammed, bir Hz. Ali portresine yoğunlaşan, daha derinlikli bir kitap okumak isterdim Ayşe Sucu'nun kaleminden. Ya da tasavvuftan kâr elde eden yayınevleri, kişisel gelişimci, şucu bucu ortalıkta at oynatırken, yazarımız tasavvuf üzerine yazamaz mı? İlahiyat alanı içerisindeki özel uzmanlık dalını bilmiyorum; ancak yazabilecek birikimde olduğunu düşünüyorum.
Kalemi daim olsun..
YanıtlaSil