24 Aralık 2023 Pazar

18 yıllık zamanda yolculuk

Cumhuriyet öğretmeni ve şair Rıfat Ilgaz'ın ölümsüz hatırasına ithafen...

2000’li yılların başı... Zamana sataşamayacak kadar gencim. Milenyum taze gelin ve benim için ak tüllü eteğini savura savura gelen bir zarif mihmandar. Koluma girmiş, beni eğitim fakültesinin kapısına bırakmış. Öğretmen anne-babanın kızı, o kapıya kadar evde nice öğretmen ve öğrenci hikâyesiyle büyümüş; ama şimdi kendi hikâyesini yazmanın peşinde.

Dersler başladı… Eskişehir’in yalım yalım yakan ayazında, sınıf arkadaşlarımın sıla özlemiyle buğulanmış gözlerinden sıcak gözyaşları süzülüyor. Hocaları dinliyorum tek sözcüğü dahi kaçırmamaya gayret ederek. Kitaplar ve makaleler büyülüyor beni. Teoriler, olur da yere düşürürsem öpüp başıma koyduğum yavan ekmek; Chomsky sanki ahir zaman peygamberi. Hayali sıralarda oturan hayali öğrenciler için ders senaryoları yazıyorum harıl harıl. İdeal dersin iskeletini zihnimde mükemmelen kurarken, stajda o iskelet, gerçek öğrencilerin etiyle buduyla kanıyla canıyla doluyor. Sahnedeyim olanca toyluğum ve coşkumla. Yıllanmış İngilizce öğretmenlerinin neredeyse tek geçim kaynağı olan ‘tense’ler, benim için zamanda yolculuk ve ben kendi gözümde sevgili öğrencilerimi o heyecan verici yolculuğa çıkarabilecek bir öğretmenim.

Mezuniyetten sonra da teorilere doyamamış olacağım ki, öğretmen olarak atanmadan önce yüksek lisans eğitimime başlıyorum. Orada da sürgit okumalar, araştırmalar ve tartışmalar. Bir yıl sonra “Madem atanamadım; ben kendimi bir yere atayayım” diyerek bir dershanede soluğu alıyorum. Hastalıkla ve mutsuzlukla geçen zorlu bir yılın ardından Bilecik’in Bozüyük ilçesinde bir meslek lisesine atanıyorum. İşte Sevgi, diye fısıldıyorum, "Buyur er meydanına!" Acemilikler, kalp çarpıntıları, kararsızlıklar, bocalamalarla dolu Sevgi, yeri geliyor teorilere "Hadi oradan!" çekiyor, yeri geliyor onlardan af dilercesine telaşla kitapları karıştırıyor, "Ben ettim, siz etmeyin!" diyerek. 

İki yılımı geçirdiğim o okulda salt İngilizceyle değil; tiyatroyla, müzikle ve daima öğrencilerimle sohbetle var olduktan sonra sahneden çekiliyorum. Görevime üniversitede devam ediyorum. Kararsız ve ürkek adımlarım, biraz daha şahsiyet kazanmış bir Sevgi'nin adımlarına evriliyor. Fidan gibi delikanlıların arasındayım. Lisedeki çocuksu simalar, bana meydan okuyan genç kadın ve adamlara bırakıyor yerini. Zira onların kurulu düzene isyan ihtiyacını giderebilecekleri en yakın devlet temsilcisi benim. İşte yine kendime fısıldama vakti: "Sevgi sen onların dilinden anlarsın!"

Yıllar geçiyor... Her ne kadar öğrencilerimin çoğu dudak bükse de, benim için tense öğretmek hâlâ zamanda yolculuk. Geriye dönüp baktığımda gördüğüm: Artık sayamadığım çoklukta öğrencimin zamanda yolculuğuna eşlik etmişim. Onların sevinçleri, aşkları, hüzünleri, öfkeleri ve uykusuzluklarının arasında kendime yer açmaya çalışırken pek de umurlarında olmadığı İngilizce konulardan dem vurmuş, Türkçe kahkahalar atmışım. Kulağımda rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun "can cana ilişki" sözü çınlarken öğrencilerimden önce bazen ben dersi kaynatmışım. Şiirle, şarkıyla, dramayla, fıkrayla, anılarla ve hatta lafügüzafla… Hadi şu yazı bitmeden son kez fısılda kendine Sevgi: "40 yıllık ömrünün peynir gemisini 18 yıl İngilizce konuşa konuşa yürüttün. Gemin bir limana demirlemişken başka limanlar göz kırpıp çağırmasın seni?!"

24 Kasım 2023 Cuma

Kasımın 24’ü

 

Kış ortasında

Bir çiçek sağanağı

Kasımın 24’ü


Başöğretmenin kara tahtasından

Çocukların avcuna 

Dökülüveren harflerin taç yaprakları


Benimse üstüme yağan sohbetler

Babamla her kelimenin hakkının verildiği

Geceden sabaha doğru uzanan


Şimdi rüyalar tamamlıyor eksik kalanı

Bugün dalıp gitmelerim ondan

Sabahtan geceye doğru uzanan


Kış ortasında

Bir düş sığınağı

Kasımın 24’ü


Öğretmen babanın öğretmen kızı

Sınıflara giriyor kolunda babası

Yakasında geceyi sessizce bekleyen bir çiçek

29 Ekim 2023 Pazar

25 Haziran 2023 Pazar

UFO anneden kızına sevgilerle

Kızım geçenlerde beni böyle resmetmiş. Neden beni dört ayaklı çizdiğini sorduğumda aldığım yanıt "Oyun oynuyorsun" oldu. Annemin yorumu ise bombaydı: "Her yere yetiştiğin için çok kollu yapmış!"

Doğru. Kızım için her yere çoğunlukla tek başıma yetişmeye çalışırken garip bir yaratığa dönüşmem olağan. Hatta kendimi bir UFO gibi hissediyorum diyebilirim. UFO'nun açılımı İngilizcede "tanımlanamayan uçan nesne" anlamına geldiğine göre ben de oradan oraya uçarken kendisini tanımlayamayan bir UFO anneyim adeta! Kâh hüzünlü, kâh ümitli. Kâh sisler içinde kaybolmuş, kâh gözünü ufuklara dikmiş.

Kızım dünyaya merhaba demeden çok önce ender görülen ses hastalığım için uzmandan uzmana uçuyordum; kızım doğup büyüdükten sonra ona konan birtakım teşhislerin ardından kızım için uçuyorum. Bu teşhislerden birisi DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) oldu. Tek tesellim, benimki gibi nadir olmayışı. Anladım ki insan hastalandığında bile, acı yüklü de olsa bir gruba aidiyet duygusuna ihtiyaç duyuyor. Hastalığın yanı sıra tek başınalık, "bir benim mi başıma geldi bu?" sorusu yüreğinizi kemiriyor. 

DEHB'i ilkin önemsemedim. Belki kabullenmek istemedim. Ama gün be gün belirtiler üstüme gelip hayattan yıldırınca çağımız insanının çarçabuk bilgi edinme refleksiyle internetten okumalara başladım. Bu arayışın hengamesinde yoğrulurken bir kitaba rastladım. Kendisi de DEHB'li bir psikiyatr olan Gabor Maté'nin yazdığı "Dağınık Zihinler". 

Yazar da aynı dertten muzdarip olduğundan mıdır nedir, kitabın bendeki etkisi büyülü oldu. Zira bir DEHB'li olmakla o bireyin zihnini dışarıdan okumak aynı değil diye düşünüyorum. Onların ana-babalarının omzuna cesaret veren bir dokunuş da gerekiyor ayrıca. Çünkü şu anda bu satırları yazarken dahi gözlerimin dolmasına engel olamıyorum kızıma öfkelendiğim ve durumunu anlayamayıp ona haksızlık ettiğim anları aklıma getirdiğim için. O yüzden Gabor Maté'ye bu kitabı yazdığı için müteşekkirim. Bu nörolojik farklılığın ana-babaları topa tutarak değil; genetik, toplumsal, ekonomik, ailevi, vs. pek çok bileşenin bir araya gelmesiyle oluşabileceğini izah ettiği için de. DEHB için ilaç kullanımını kutsayan veya tamamen reddeden bir yaklaşımı benimsemediği için de. Aslına bakarsanız yazar öyle güzel bir yol çiziyor ki ilaç tedavisinden öte, burada alıntılayacağım birkaç satırdan ne olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. (Gabor Maté'yi selamladıktan sonra iki kelâm da kızıma edeceğim.)

"Yetişkinle pozitif temasın sıcaklığı ve memnuniyeti genellikle çocuğun prefrontal korteksine dopamin sağlamada bir psikostimülan* kadar iyidir. Daha fazla güvenlik, daha az endişe ve daha fazla odaklanmış dikkat anlamına gelir. Her durumda sabit kalan görülmemiş faktör, çocuğun yaşamın ilk yıllarına kadar uzanan bilinçli olmayan bağlanma özlemidir. Bu ihtiyacın karşılandığı yerlerde DEB sorunları geri çekilmeye başlar." (s. 138)

"DEB'li bir çocuk, bakım veren ve duyarlı bebek arasındaki ilişkide bir aksama nedeniyle yaralanmıştır. Dikkat eksikliği bozukluğunda görülen tüm davranışlar ve zihinsel kalıplar yaranın dış belirtileri veya acısını hissetmeye karşı verimsiz savunmalardır. Eğer gelişim gerçekleşecekse, şimdi benliği daha fazla incinmekten korumak için tüketilen enerjinin büyüme için serbest olması gerekir. Kilit nokta bağlanma ilişkisini sağlamlaştırmaktır." (s. 155) 

"Ebeveynlerle olan ilişki, çocuğun zihinsel gelişiminin çiçek açması için gereken toprak, yağmur, güneş ve gölgedir." (s. 156)

Ve kitabın bitiş cümleleri:
Gabor Mate

Sevgili kızım,
Sanıyordum ki bugüne değin anneliğimi olağanüstü yaptım. Ancak yanılmak, biz insanların dünya yolculuğunda uğradığı kaçınılmaz duraklardan biri. Senin hassasiyetlerini, kırılganlığını ve öfkeni doğru okuyamamışım. Ama az önce bahsettiğim kitapta okuyup öğrendiğim bir çıkış yolum var: Senin gibi çocukların, çevrenin olumsuzluklarına karşı hassasiyetleri kadar olumlu değişikliklere de eşit derecede duyarlılığı varmış. Yani diyor ki doktor Maté, seni savunmasız kılan, ışığının parladığı yer aynı zamanda! Niyazi Mısrî'nin dizelerini gel de hatırlama şimdi: "Dermân aradım derdime / Derdim bana dermân imiş"

Sen dertli, ben dertli... Fakat bu, dövünülecek bir durum değil; tam aksine, birbirimizin dertleriyle hemhâl olurken gidilecek nice taşlı yolları ve birbirimizden öğreneceğimiz nice güzellikleri keşfetmek demek. Yukarıda koyu puntoyla alıntıladığım cümleden ilhamla, senin görevin çiçek açmaksa benim görevim toprağın, yağmurun, güneşin ve gölgen olmak. Ara sıra delirirsek bunu gök gürültüsü ve şimşeğe bağlayabiliriz. Yeter ki ardından güneşin arkasına saklanmış muzip bir gökkuşağı gülümseyiversin! UFO'muza da biner, gökkuşağının üzerinden de uçarız evelallah!

*Psikostimülan: DEHB tedavisinde kullanılan uyarıcı ilaçların ortak adı

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Goriot Baba'dan satırlar

"Tıpkı yaşlı karı kocalar gibi artık konuşacak hiçbir şeyleri kalmamıştı. İşte bu yüzden aralarında sadece makineleşmiş gibi bilinçsiz bir ilişki, yaşı tükenmiş gıcırtılı bir çark dönüşü kalmıştı."

"Orada arabayla giderek çamura bulananlar, namuslu kişiler sayılır, yaya giderken çamura batanlar da namussuzdurlar. Orada en küçük bir şeyi yerinden oynatmaya kalkıştığınızda, kendinizi Adliye Binası Alanı'nda, herkesin merakla görmeye geleceği garip bir yaratık gibi sergilenirken bulursunuz. Ama bir milyon çalın, bir erdem simgesi gibi, salonların baş tacı olursunuz. Bu ahlak kurallarını yaşatmak için Jandarma ve Adliye örgütlerine otuz milyon ödüyorsunuz. Güzel değil mi?"

"İnsan sevildiğini hisseder. Duygu, her şeyde iz bırakır, uzaklıkları aşar. Bir mektup bir ruhtur, sesin öylesine sadık bir yankısıdır ki, duyarlı insanlar onu, aşkın en zengin hazinesi sayarlar."

"Bir varlık, ne kadar kaba olursa olsun, güçlü ve gerçek bir sevgiyi anlatırken yüz çizgileri değişir, davranışlarına canlılık gelir, sesi renklenir ve özel pırıltı yayar. Çoğu zaman en aptal kişi, tutkunun çabası altında, sözde değilse bile, düşüncede en yüksek anlatım gücüne ulaşır ve ışıklı bir dünyada hareket ediyormuş gibi görünür."

"Aşkla kilise, mihrapları için en temiz ve en güzel örtüleri gerektirir."

19 Mayıs 2023 Cuma

Deprem ve Mehmet Âkif

Her felaketten sonra bir şaire, özellikle Mehmet Âkif'e, sığınmak geliyor içimden. 6 Şubat Kahramanmaraş depreminden sonra da aynısını yaşadım. Dizeleri bilinçaltıma nasıl nüfuz ettiyse, Japonya ve Türkiye'nin depreme hazırlık açısından kıyaslaması yapılır yapılmaz Mehmet Âkif'in Japonları tarif eden ölümsüz dizelerini anımsadım. "Süleymâniye Kürsüsünde" adlı eserinden:

Sorunuz, şimdi Japonlar da nasıl millettir? 

Onu tasvîre zafer-yâb olamam, hayrettir!

Şu kadar söyleyeyim: Dîn-i mübînin orada,

Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda. 

Siz gidin, safvet-i İslâm'ı Japonlarda görün!

O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün, 

Müslümanlıktaki erkânı siyânette ferîd;

Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd.

(Devamındaki satırlarda Japonların örnek ahlâki vasıfları sıralanıyor.)

Büyük şair, Japonlar aslında Müslümanlardan daha Müslümanca yaşam sürüyor; tek farkları "Lâ ilâhe illâllah" demeyişleri diyor. Yıllar sonra teolojik bir araştırma tam da bu fikri doğrulamıştı. Kuran'da geçen etik değerlerin uygulandığı ülkeler listesinde İskandinav ülkeleri başı çekerken Müslüman coğrafyası sınıfta kalmıştı. Hep söylenegeldiği gibi, sanat bilimin öncüsüdür. 

Depremde bir de "kader planı"ndan söz açılmıştı... Mehmet Âkif'in "Fatih Kürsüsünde" adeta buna da itirazı var:

"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;

Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabî'î netîce öyle çıkar,

Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?

"Çalış!" dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Burada alıntıladığım dizeler ve daha nicesi birçok insanın malûmu değil ne acıdır ki. Çünkü Mehmet Âkif'i İstiklâl Marşı'nın şairi kimliğine indirgeyerek ona büyük bir haksızlık yapıyoruz! Muhafazakâr geçinen bir toplumuz; ama İstiklâl Marşı dışında hangi şiirlerini biliyoruz ve Âkif'in bayraktarlığını yaptığı değerler ve savaş açtığı toplumsal zaaflardan haberimiz var mı? Kişileri kutsallaştırıp ve mumyalaştırıp dokunulmaz hâle getirmektir tek marifetimiz ve bu hususta Âkif de istisna değil. "Âsım'ın nesli" sloganıyla da kendimizi mumyalayıp dokunulmazlığımızı Âkif'e dayarız, oldu bitti! 

Oysa Âsım'ın neslinden olduğunu kafamıza boca edenler insanların nesillerini kuruttular bir gecede. Bol din soslu isimler verilmiş muhafazakâr yaşam alanları -Uğur Mumcu'nun deyimiyle- kârın muhafazasından ibaretti aslında. 

Toplumu habis bir ur gibi kuşatan ve içini çürüten işte bu sahte Âsım nesillerinin hakkından Âsım'ı okuyan ve anlayanlar gelecektir. Yeri ve göğü okuyan, inanıyorsa Kuran'ın değerlerini hayatına katan, tevhidi dilinde evirip çevirmekle yetinmeyip onu bir Japon gibi yaşayan... Çünkü yine büyük şairin uyardığı gibi:

Gökten inmez bir de hiçbir şey... Bütün yerden taşar;

Kendi ahlâkıyle bir millet ölür, yâhud yaşar.

12 Ocak 2023 Perşembe

Karşılaşmalar

Balın telaşındaki arı

Açışın telaşındaki çiçekle

Karşılaşırsa

Öncelik kimindir?


Sıcağın telaşındaki güneş

Yağmurun telaşındaki bulutla 

Karşılaşırsa

Öncelik kimindir?


Aferin telaşındaki çocuk

İş telaşındaki anneyle

Karşılaşırsa

Öncelik kimindir?


Susuşun telaşındaki dudak

Sözün telaşındaki gözle

Karşılaşırsa

Öncelik kimindir?


Akışın telaşındaki hayat

Bitişin telaşındaki ölümle

Karşılaşırsa

Öncelik kimindir?


SEVGİ GÖKÇE