5 Aralık 2021 Pazar

Murakami'den "Sadece Müzik"

Kimi kitaplar vardır; okuruna tepeden bakar. Okurun cehaletini yüzüne vurur ve bir gram yararı dokunacaksa bile bunu adeta onu döverek yapar. Örneğin "gençler bilmez", "insanımız falanı okumamıştır", "toplum filandan habersizdir" gibi cümleler uçuşur böyle kitapların satırlarında. Bu cümlelerin benim zihnimdeki meali şudur: "Hadi yine iyisin; lütfedip seni cehaletinden kurtarıyorum. Bu kıyağımı unutma!" 

Kimi kitaplar ise kendi yatağında akıp giden gür ırmaklar gibidir. Orada sizi korkutan bir taşkınlığa yer yoktur. Bazen içeriğine tam hakim olamayabilirsiniz, akıp gidişine tanık olmakla yetinirsiniz. Fakat bu tanıklık bile sizde mutlaka iz bırakır. Onun akışına kulak verirken yine cehaletinizi hatırlarsınız; ama o bunu sizin başınıza kakmak amacıyla yazılmamıştır. 

Yazımın başlangıcından kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi bana göre ikinci grupta yer alan bir kitaptan bahsedeceğim: Haruki Murakami'nin "Sadece Müzik" kitabı. 

Murakami'nin diğer yapıtlarından farklı olarak bu kitap uzun bir söyleşiden ibaret. Ünlü Japon orkestra şefi Seiji Ozawa ile Batı klasik müzik eserlerinin yorumlanması, orkestra şeflik deneyimleri ve gençlerle çalışma gibi konular üzerinde bir sohbet gerçekleştirmiş Murakami. Murakami, kitaplarında müziğe sıklıkla atıfta bulununca bu kitabın çıkması da şaşırtıcı olmasa gerek. Bence asıl şaşırtıcı olan, Murakami'nin klasik müziğe hakimiyeti. Müzikal anlamda teknik bilgisinin kısıtlı olduğunu belirtmesine karşın Ozawa gibi dünyaca ünlü bir şefle rahatlıkla sohbetini sürdürebiliyor ve hatta bazen onun fark etmediği ayrıntıları kendine has betimlemesiyle ifade ederek onu şaşırtabiliyor. Bunda Murakami'nin aynı besteleri defalarca ve farklı kayıtlardan dinlemesinin payı büyük. Ve belli ki bu dinleme, başka bir işle meşgulken fon müziğini duyma gibi arka planda kalan bir dinleme değil. Her tınısına dikkat kesilerek, tutkuyla dinleme. 

Ben bu kitabı elime aldığımda -itiraf edeyim- daha hafif bir içerik bekliyordum. Sözüm ona klasik müzik seviyorum, büyük besteciler ve onların birtakım eserleri belleğimde iyi kötü yer etmiş, araba kullanırken TRT radyo 3'ü takip ediyorum, Chopin’in bestelerini şehirlerarası yollardaki dinlenme tesislerinde çalan müziklerden rahatlıkla ayırabiliyorum… Daha ne olsun derken, söyleşiyi okumaya başlamamla afallamam bir oldu. Cehaletimin kibrini yere seren tanımadığım pek çok isim, yorum, teknik bilgi üstüme geldi; ancak garip bir hazla devam ediyordu okumam. Anlamadığım pek çok yer vardı kitapta; ama bir o kadar müzikle ilgili öğrendiklerim de oldu. Ünlü şeflerin yaklaşımları; bestecilerin bestelerini kağıda dökme biçimleri; Avrupa, Amerika ve Japon orkestraları ve seyircileri arasındaki farklar v.b... Örnek olarak şöyle bir ilginç bilgi aktarayım: İtalyan seyircisi müzisyenleri yuhalamakla ünlüymüş. Ozawa, Milano'da yuhalandığında Pavarotti onu "burada yuhalanmak demek müzik dünyasında en üst sıralara çıktığın anlamına gelir" diyerek onu teselli etmiş. 

Ayrıca orkestra şeflerinin ne denli önemli olduğunu yine bu kitabı okuyarak öğrendim. Özellikle Ozawa'nın şu cümleleri kitabı özetliyor gibi:

"Bizim işimiz orkestradan ses çıkartmaktır. Ben partisyonu okuyup zihnimde müziği bir araya getirir ve orkestradakilerle birlikte onu gerçek sese dönüştürürüm, bu süreçse içinde pek çok şeyi barındırır. İnsanlar arası ilişkiler kadar o müziğin neresinin vurgulanması gerektiği gibi müziksel kararlar almayı da içerir. Bazen genele odaklanarak müziğe bakarsın, bazen de bunun aksine detaylı kısımlara odaklanmak gerekir. Bu görevlerin hangisine daha çok ağırlık vereceğine de karar vermen gerekir. Tüm bu deneyimler bir şef olarak beni değiştirir." (ss. 178-179)

Yukarıdaki satırlar bana İngilizcede sevdiğim ve bazı öğretim metodolojisi kaynaklarında karşılaştığım bir sözcüğü anımsattı: orchestrate. Bu sözcük, hem orkestra için beste yapmak hem müzik dışında bir şeyi -sözgelimi bir kampanyayı- yürütmek, yönetmek, düzenlemek gibi bir anlamda kullanılabiliyor. Yani bir öğretmenin sınıf yönetiminden söz edilirken bu sözcüğe rahatlıkla başvurulabilir. Öğretmenin yönetiminden ne çıkıyor: kakofoni mi, senfoni mi? Ve Ozawa'nın belirttiği gibi şeflerin orkestra üyeleriyle geçinememe ihtimali her zaman mevcut. Tıpkı bir öğretmenin öğrencileriyle geçinememe ihtimalinin olduğu gibi. Ama en önemlisi Ozawa, genç müzisyenlerle çalışmanın ve onlara müzik öğretmenin kendisini nasıl geliştirdiğinin farkında. Evet, tıpkı öğrencilerinden feyzalan bir öğretmen gibi. 

Diyebilirim ki, "Sadece Müzik" sayesinde ilginç bir okuma deneyimim oldu. Sadece müziğe değil, kendi yaşamıma dair önceden üzerinde durmadığım ayrıntılarla karşılaştım bu akıcı söyleşide. Ve Murakami'nin mertebesine varacak kadar olamasam da, klasik müzik dinlerken biraz daha özenli ve dikkatliyim artık. 

* Sadece Müzik - Haruki Murakami Seiji Ozawa - Doğan Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder