Yalnız tek bir şeye çok
ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak. Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel
olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O
halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı bir şekilde tedavi etmektir. Milleti
çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan refah ve mutluluk, yalnız
ve ancak çalışkanların hakkıdır.
Jules Payot'nun "İrade Terbiyesi" adlı eserini okurken Atatürk'ün yukarıdaki sözleri kulağımda çınladı durdu diyebilirim. Jules Payot da tıpkı Atatürk gibi tembelliği bir hastalık olarak görüyor ve kitabında bu hastalığa şifa olabilecek bir reçete sunuyor. Hatta tembelliğe öylesine hücum ediyor ki, adeta okura disiplin altında bir asker gibi davranması gerektiğini hissettiriyor. Aslında bu disiplinin asker disiplininden daha kalıcı olması onun bir otoritenin zoruyla değil; içimizden gelen bir itkiyle oluşması. Ve bu özenle oluşturulmuş itkiyi çevresel dikkat dağıtıcılar hiçbir surette bertaraf edemiyor.
Payot, irade terbiyesi sürecini "kendinin efendisi olma", "kendini fethetme", "özgürleşme" gibi ifadelerle tanımlıyor. Bu sürecin adımlarını anlatmaya başlamadan önce bazı düşünürlerin karakterin değiştirilemezliği üzerine kafa karıştırabilecek düşüncelerini çürütmeye girişiyor. Diyor ki: "Bir karakter, yarım saatliğine de olsa kökten değişebiliyorsa hiç değişmez değildir ve bu değişimin gitgide sıklaşacağına dair umut beslenebilir." Tam bu noktada duyguları işe koşmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Duyguların irade üzerindeki etkisine ilişkin ilginç örnekler veriyor Payot. İşte size onlardan biri:
Duyguların anlık da olsa etkisi
bu denli yoğunsa üzerimizde, onlardan sürekli nasıl yararlanılabilir sorusunun
yanıtı ise "DERİN DÜŞÜNME" uygulamasından geçiyor. Derin düşünme
tekniği, otohipnoz (self-hipnoz) veya çalışma motivasyonunu uyandırmaya yönelik
bir meditasyon olarak da adlandırılabilir. Yani kendi kendini duygusal olarak
çalışmaya hazırlama. Kendinize her gün 10-15 dakika ayırıp sessizlik içerisinde
düzenli çalışmanın size getireceği ödülleri gözünüzde canlandıracaksınız.
Canlandırırken beş duyunuzu işin içine katarak. Örneğin, ders çalışmak
istiyorsunuz ve mantığınız bunun size yararlı olacağını tereddütsüz söylüyor;
gelgelelim masanın başına geçip ders kitabınızın kapağını açasınız yok. Derin
düşünme sırasında ders çalışmanın size kazandıracağı ödülleri bir bir gözünüzün
önünden geçireceksiniz. Sözgelimi üniversite öğrencisisiniz ve düzenli ders
çalıştıkça notlarınızın tırmanışa geçtiğinin, hocalarınızın sizi örnek
gösterdiğinin, ailenizin sizden gururla bahsettiğinin ve arkadaşlarınızın size
nasıl gıpta ettiğinin görüntü ve seslerini en ince ayrıntısına kadar bir film
senaryosu yazıyormuşçasına tasarlayın ve filminizi izlemeye başlayın. Mümkünse
bu filme koku, tat ve dokunma duyularını da ekleyin ki büyüsü katlanarak
artsın. Çok başarılı oldunuz, bölümünüzü birincilikle bitirdiniz, kutlama
yaptınız. Belki çiçek aldınız ve onun kokusunu duydunuz. Veya sevdiğiniz bir
arkadaşınız size sarılırken parfüm kokusu geldi burnunuza... Tatlılar yendi,
içecekler içildi. Buz gibi bardaklara dokundunuz. İnsanlarla tokalaştınız.
Mutluluk ve gururdan içiniz kıpır kıpır oldu, kalp atışınızı göğüs kafesinizde
hissettiniz... Ya da tam tersi bir film çekebilirsiniz. Ders çalışmadınız, her
gün internette zaman öldürdünüz, koltuğunuza oturdukça oraya zamkla yapıştınız
adeta ve gece geç yattığınız için sabah uyanasınız gelmedi. Dersleri
kaçırdınız. Notlarınız gittikçe düşüyor... Herkesin rahatlıkla geçtiği
derslerden siz kaldınız. Aileniz sizden ümidi kesmiş... Bu felaket senaryosunu
bir önceki zıt örnekte olduğu gibi beş duyunun da yardımıyla abarttıkça abartın
ki Payot'nun deyimiyle "tiksinti" oluşsun içinizdeki tembele karşı:
"Kendinin efendisi olmayı başarmanın en etkili yolu, ruhta coşkulu beğeniler ve şiddetli tiksintiler uyandırmaktır. Bu nedenle öğrenci, basit ve tanıdık düşünceler sayesinde kendine çalışmayı sevdirmenin ve kolay, işe yaramaz, aptal, aylak hayattan nefret etmenin yollarını arayacaktır."
Payot, bu derin düşünme sürecini düşünceleri damla damla damıtarak bal elde etmeye benzetiyor. Fakat sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yalnızca hayal gücüne yaslanarak başarı gelmez. Bize çalışma şevki versin diye hayal kuruyoruz. Derin düşünmeyi her gün uygulamaya devam ederken bal elde etmek için arı kadar çalışkan olmayı dert etmeliyiz. Çalışkan olmanın ipuçlarını şahane metaforlar ve anekdotların ışığında bir bir sıralıyor Payot. Aşağıya kendimce önemli bulduğum noktaları maddeliyorum:
1. Payot'nun kullandığı anahtar kavramlardan biri ALIŞKANLIK. Alışkanlığa dönüşesiye dek küçük ama devamlı adımlar atmalıyız. Bugün bize basit ama sıkıcı görünen bir görevi tamamladığımızda, örneğin bir sayfayı okuduğumuzda o günkü görevimizi tamamlamanın rahatlığına kavuşuruz. Bu eylemi her gün düzenli yaptığınızı düşünün. Her gün bir özveride bulunuyorsunuz ve bu küçük başarılar birikerek büyük başarıları besliyor.
2. Hiçbir çabayı ve başarıyı küçümsememeliyiz.
3. Sabırlı olmalıyız. Payot'nun da altını çizdiği gibi:
"...her gün az da olsa bir şey elde etmek yeterlidir çünkü en yavaş hızda bile gidilse belli bir yol alınır. Entelektüel çalışma için önemli olan, yalnız düzen değil, aynı zamanda sürekliliktir. Deha, sadece uzun bir sabırdır deniyor. Tüm büyük işler, devamlı sabır gösterilerek başarılmıştır."
4. Hiçbir zaman boş kalmamalıyız. Boş kaldığımızda yarım kalan işlerimiz bize suçluluk hissettiriyorsa bu histen derhal faydalanmalı ve o işleri tamamlamalıyız.
5. Kendimize katı bir çalışma programı hazırlamaktan kaçınmalıyız. Payot, insanın tembelliğine bahaneler üretmekteki becerisini çok iyi bildiği için katı programlara uyulmayacağından emin. O nedenle, çalışmak için belli bir saat yoktur; tüm saatler uygundur diyor. Ona göre önemli olan; aktif olmak, sabah yataktan çevik bir şekilde kalkmak, kararsızlığın ve endişelerin zihnimize sızmasına izin vermeden çalışmak, gücümüzün tükendiğini hissettiğimiz anda yürüyüşe çıkmak, bize çalışma zevki veren arkadaşlarımızla sohbet etmek veya en azından odamızı havalandırmak gerekiyor.
6. Ertelememeliyiz. Dikkatin dağılması, oyalanması, eğlenmesi için fırsat vermeden zihni çalışmaya itmeliyiz ve kendimizi çalışma masasının önünde bulmalıyız. Yapılması gereken bir görevi yerine getirmeden asla uykuya dalmamalıyız.
7. Her dakikanın hakkını vermeliyiz. Zaman elimizdeki en değerli varlığımız olduğuna göre onun her anından yararlanmalıyız. Burada Payot, öğle yemeği tam vaktinde hazır olmadığı için on beş dakikalık bekleme süreleri içinde kitap yazan bir yazarı örnek veriyor.
8. Muğlak ve genel hedefler yerine daha açık ve gerçekleştirilebilir görevler belirlemeli ve başlanan bu görevleri bitirmeden masadan kalkmamalıyız. Daha açıklayıcı olması için Payot'dan olduğu gibi alıntılıyorum:
"Asla genel bir hedef belirlenmemelidir. Asla, "Yarın çalışacağım" denmemelidir. Hatta "Yarın Kant'ın ahlak anlayışını çalışacağım." da denmemelidir. Her zaman açık ve özel bir görev belirlemek gerekir. "Yarın kararlı bir şekilde çalışmaya başlayacağım ve başlangıç olarak, Kant'ın Pratik Akıl'ını okumaya başlayacağım. Ya da fizyolojinin şu bölümünü çalışacağım ve özetleyeceğim." denmelidir."
9. Aynı anda tek iş yapmalıyız. Zira ilerleyen bir işin yarattığı sevinci yaşamak varken birden fazla tamamlanamayan işe daldığımızda huzursuzluk, kaygı gibi olumsuz duygularla dolarız. Bu duygular da doğal olarak enerjimizi düşürür.
10. Kitapta olmayan son maddeyi ben ekliyorum: İrade Terbiyesi'ni okumalıyız.
Okumalıyız çünkü bu kitap bize, çalışmanın başkalarından işitilecek vaazlarla değil, sonuçlarının getirdiği hazlarla anlam kazanan bir erdem olduğunu hatırlatıyor. Okumalıyız çünkü çalışmakla ilgili kafalardaki basmakalıp düşünceyi yıkıyor Payot:
"... bu çalışma kelimesi masaya yaslanmış, oturan bir öğrenci heykeli imajı çağrıştırmamalıdır. Yürürken okunabilir, gezinerek düşünülebilir, üretilebilir. Bu; en iyi, en az yorucu ve keşiflerde en verimli olan yöntemdir. Yürüyüş, zihnî malzemelerin benimsenmesini, özümsenmesini ve bunların uygulanmasını tek başına kolaylaştırır."
Çalışmaya kendimizi hazır kılmanın yöntemlerini ayrıntısıyla anlattıktan sonra Payot, kitabın bir sonraki bölümünde çalışma azmimizi kıracak düşmanlarla baş etme yollarını gösteriyor. Bu düşmanlar: muğlak duygusallık ve şehvet, tembel arkadaşlar ve tembel safsataları. İrade Terbiyesi 1909 yılında yayımlandığına göre aradan bir yüzyılı aşkın zaman geçmiş ve Payot'nun saydığı düşmanların hepsini içinde barındıran ama hepsinden kat be kat güçlü bir düşman cebimize kadar girdi artık. Evet, internet. Akıllıca kullanıldığında bir bilgi ve kolaylık deryası, ama bağımlısı olunduğunda sizi boğacak bir derya bu. Hele yapay zekanın sunduğu hazlarla bu denli iç içeyken boğulmamak ne mümkün! Bin türlü sosyal paylaşım mecrası, alışveriş siteleri, oyun, pornografi, çevrimiçi kumar ile değil saatler ve günler, yıllar öldürülüyor. Daha da kötüsü, internet bağımlılığının beyinde bıraktığı hasarın kalıcı olduğu araştırmalarla doğrulanıyor. Alkol ve uyuşturucu bağımlılarının girdiği çapta bir bataklığa bazen kendi ellerimizle çocuklarımızı itiyoruz. Z kuşağı zekidir deniyor, doğruluk payı vardır elbet; ama pohpohlamanın ötesinde onlara Payot'nun kitabındaki gibi uyarılar ulaşmalı ki, zekâlarından toplum faydalansın. Hatta ulusal eğitim politikamız çalışmanın hazlarını öğrencilerimize aşılamak üzerine yürütülmeli ki, yazımın başında alıntıladığım Atatürk'ün sözündeki servet, refah ve mutluluğu toplumun tüm tabakalarına yayılacak şekilde inşa edebilelim.
İrade de zekâ gibi muhteşem bir güç. İradenin zekâya üstün gelen tarafı şu ki; ancak irade güçlendirildiğinde zekâ harika işler başarabiliyor. Payot'nun önerileriyle bu neden gerçekleşmesin? Denemesi bedava. Bütün işlerinizi aksatacak derecede internet bağımlılığınız varsa mutlaka profesyonel destek almak gerekir. Ama törpülemeniz gereken ve sizi ulaşmak istediğiniz başarıdan alıkoyan bir yanlış alışkanlığa sahipseniz ve onun getirdiği miskinlik sizi ele geçirdiyse kendinizi mutlaka o huydan tiksindirip üzerinizdeki ataleti silkeleyerek yolculuğunuza başlamalısınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder