16 Mart 2018 Cuma

Engin Geçtan'a geç kalmış bir mektup

Merhaba Engin bey,
Geçen ay ölümünüzü üzüntüyle öğrenmiştim. Üstüne üstlük kitabınızı siz hayattayken okuyamamış olmamın pişmanlığıyla yazıyorum bu mektubu. Yaşasaydınız belki size gönderirdim yazımı. Çok severim sevdiklerime mektup yazmayı.

Ama neylersiniz, ben biraz geç kalırım güzelliklere. Üzerine ışıklar yağsın, Aziz Nesin'in o tatlı "Bağışla" şiirinde dediği gibi "ölüme erken seviye geç" yaşıyorum sanırım. Sizin "İnsan Olmak" kitabınızı da biraz geç okudum diye düşünüyorum. 35 yaşındayım ve bu yaşıma dek okumadığıma utandığım kitaplardan biri oldu eseriniz. Hoş, bu anlamda kendime bir utanç listesi çıkarsam herhalde siz de şaşar kalırdınız listenin uzunluğuna. Yine de "ah vah" etmeyeceğim, suçluluk duygumun beni eylemsizliğe (yani kitap okumamaya) itmesine izin vermeyeceğim; çünkü bu da bir kaçıştır. (Bunu da sizden öğrendim)

"İnsan Olmak" kitabınızın adını duyduğumda herhalde insanlığın yüce özelliklerine bir methiyedir diye düşünmüştüm. Oysa insanlık külliyen erdem değildir ki! Okurken kendime basbayağı ayna tuttuğumu gördüm ben. Öyle tatlı bir sohbet dili kurmuşsunuz ki okurla, yazdığınız satırlarda arızalarımı, savunma mekanizmalarımı, kaçışlarımı, savaşımlarımı, soylu ve aşağılık yanlarımı rahatlıkla gördüm. Yalnızca kendimin değil; tanıdığım insanların da. Ama zaaflarımdan dolayı hiç hor görülmüş ve parmak sallanmış hissetmedim kitabınızda. Yani siz, okurla biz diliyle sohbet ederken insan olmanın pek çok rengini önümüze seriyorsunuz. Bu renkleri az veya çok taşımamızdan ötürü yargılamıyor; yalnızca aşırılıklar konusunda bizi uyarıyorsunuz. 

Biliyor musunuz Engin bey, kitabınızı okurken bilinçaltım beni süratle yıllaaaar öncesine götürdü. Çocuklukla ergenlik arasındaki o zorlu dönemde annemin zorlamasıyla yaz tatillerinde Kur'an kursuna giderdim. Hoca diye oraya tayin edilmiş herifin bize olan tiksindirici ve katı tutumundan dolayı nefret ediyordum oradan. O zamanlar hep "keşke melek olsam" diye hayal kurardım. Neden? Çünkü günahsızlardı, hiçbir şekilde "cehennem azabı"nı tatmayacaklardı. Hoca denen herif, tepemizde sürekli bunu haykırdığı ve bizim başımızı örtmediğimiz için cehennemde nasıl yanacağımızı tüm dehşetiyle tarif ettiği için kendimce düşsel bir kaçış yolu bulmuştum: "Meleksin. Oh ne güzel... Hiçbir günahın yok. Risk yok, bedel yok. Tepende böğüren bir Kur'an kursu hocası yok. Daima Allah'la berabersin." Bu düşlerle kursta yaşadığım karın ağrımı az da olsa hafifletiyordum.

Kitabınızda insanlığın çeşit çeşit rengine boyanınca o acı hatırama bakıp gülümsedim ve dedim ki: "İyi ki melek değilim; iyi ki insanım." Neden böyle düşündüm biliyor musunuz? Bana kalırsa Allah bir insanı yoktan var ettikten sonra kuluna bırakıyor geri kalan yaratım sürecini. Günahlarınla sevaplarınla, hatalarınla ve onlarla yüzleşmelerinle sen, seni var ediyorsun. Bu, melek olmayı da aşan, çok kutsal bir çaba bence. Çok şükür Kur'an kursunda dinden çıkmayacak kadar sağlammış inancım; hâlâ İslam'ın evrensel ilkelerine ve kadere inanıyorum. Örneğin genetik özelliklerim, doğduğum coğrafya, ailem, vs. yani benim dahlimin olamayacağı unsurlar kader. Ama kader denilen tanrısal tablonun karşısında bizim elimiz de armut toplamıyor elbet; bir fırçamız var. Bu tabloyu neye çevireceğimiz bize kalmış. İstersek alırız elimize siyahların en zifirisini, karalarız tabloyu, sonra kader der, çıkarız işin içinden. Veya istersek gönlümüzün tüm renklerini gücümüz nispetince işleriz tuale. Kimimizin biraz daha ferah ve aydınlık olur, kimimizin belki biraz daha bulutlu ve karamsar. Fakat önemli olan, o fırça darbelerinde yüzde kaç biz varız? Yıllardır bu soruyu hep kendime sorarım: Eylemlerim ve söylemlerimde yüzde kaç ben varım?

İşte bu noktada tam istediğim kavramı bana sundunuz Engin bey: Kendini yaşamak. Sıkça kullanılan "kendini gerçekleştirmek"ten daha sıcak geldi bu kavram bana. Kendini gerçekleştirmek biraz daha başarı kavramını tınılarken, kendini yaşamak, insanın olumlu ve olumsuz bütün yönleriyle kendisini kabullenişle birlikte yaşamın içinde kendisi olarak var olmayı seçmesi gibi düşünülebilir. Onu kendisi olmaktan alıkoyabilecek baskıları ve engellemeleri aşma mücadelesini göze alarak.

Okurken çok düşündüm, kendimi ne kadar yaşayabiliyorum diye. Hâlâ cesur bir yanıt veremiyorum bu soruya. Sanırım tam anlamıyla kendimi yaşayamıyorum; ama onun çabasındayım. Bu da beni kimi mutsuzluklarıma rağmen daha azimli kılıyor. Korkak taraflarımı biliyorum, üstesinden gelmeye çalışıyorum. "İnsan Olmak" gibi kitaplar da bu yolculuğumda bana destek oluyor. Ha bir de Attila İlhan'ın "Diyalektik Gazel"i yoldaşımdır:

Okudunuz mu bu şiiri acaba? İnşallah gittiğiniz yerde Attila İlhan şiiri gibi güzelliklerle karşılaşırsınız. Size bir daha mektup yazar mıyım, bilmiyorum. Ama kitabınızı okuduktan sonra eski Sevgi olmadığımı biliyorum. Başka bir kitabınızda görüşmek dileğiyle...

*İnsan Olmak - Engin Geçtan - Metis Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder