Türkiye'nin en güzel
kadını kimdir sizce? Nihat Genç'in sekiz yıl önce duyduğum bir cümlesinden
sonra bu soruya yanıtım kesin olarak değişmişti. Ne demişti Nihat Genç?
"Türkan Saylan Türkiye'nin en güzel kadınıdır." İnanmıyorsanız
"cüzzam" yazıp google görsellerde bir arayıverin. Karşınıza çıkan
seçeneklerin başında geliyor "Türkan Saylan".
Nihat Genç, Türkan
Saylan katledildikten sonra sarf etmişti bu ölümsüz cümleyi... Türkan Saylan
kanserden mi ölmüştü sahi? Yoksa evine Ergenekon zırvalarıyla polisler
daldıktan sonra mı ölümüne giden yol kısalmıştı? Baskın yapıldığında Türkan
hoca ağır hastaydı; fakat onu hasta yatağında taciz edenler onu ölüme ittiler,
dolayısıyla onu katlettiler. Yani Türkiye'nin en güzel kadınına vefa
borcunu böyle ödemiş oldu devlet.
Yıllar sonra bana
bunları anımsatan, geçenlerde okuduğum bir kitap oldu: Ayşe Kulin'in Türkan: Tek ve Tek Başına adlı yapıtı. Bu kitabı
okumazdan önce Türkan Saylan'a sevgim, bilgimle sınırlıydı. Türkan hocanın bu
topraklardaki cüzzam ve cehaletle nasıl çetin bir savaşıma girdiğini
biliyordum. Daha doğrusu bildiğimi sanıyormuşum. Kulin'in kitabını okuduktan
sonra sevgim hayranlığa dönüştü ve öğrendiklerim beni derinden sarstı.
Kitapta Saylan'ın
yetiştiği aile ortamı, gençliği, öğrenciliği, hekimliği, anneliği, evlilikleri,
hayalleri ve hayal kırıklıkları, cüzzamlılara ilişkin
gözleminin hekimliğinde dönüm noktası oluşturması, cüzzamlıları tedavi
etmek için herkese karşı -bürokrasiden ailesine kadar- verdiği
amansız savaşım, eşek sırtında kırsal yerlere gidip yaptığı cüzzam
taramaları, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ni (ÇYDD) kurması ve ömrünün son
günlerinde evine yapılan baskın var.
Kitap bir solukta
okunuyor. Okurun Türkan hocanın emeklerine şahit olmasına çok etkili ve yalın
bir anlatım eşlik ediyor ve yaşamöyküsü göz yaşartıcı bir bitişle sonlanıyor.
Ancak gönül isterdi ki, ÇYDD'nin kuruluşu ve binlerce kız çocuğun yaşamını
nasıl değiştirdiği de Türkan hocanın cüzzama karşı açtığı savaşla aynı oranda
yer bulsaydı romanda. Sonlara doğru araya birkaç anı serpiştirilmiş gibi
duruyor. Oysa Türkan hoca, hekimler dahil herkesin tiksindiği, yaratık muamelesi
yaptığı, tecrit ettiği, köşe bucak kaçtığı cüzzamlılara sevgiyle dokunduğu gibi
kim bilir kaç kızın yaşamına dokundu ve onları sözgelimi
kuma olarak satılmaktan kurtardı? Böylesi örnekler cüzzamlılar kadar
bahsedilmeyi hak ediyor.
***
Türkan: Tek ve Tek
Başına kitabını
okuduktan sonra yıllar önce okuduğum başka bir kitabı daha anımsadım: Dağ Çiçeklerim. Yazarı
Sıdıka Avar'ın adını muhtemelen Türkan Saylan'dan daha az işittiniz. Cumhuriyet
kurulduktan çok kısa bir süre sonra öğretmenliğe başlamış, genç Cumhuriyet'in
fedakâr öğretmeni Sıdıka Avar'ın anılarından oluşan kitap da tıpkı Türkan
Saylan gibi yüreği yurt ve insanlık sevgisiyle dolu bir idealistin
dağ bayır gezerek Elazığ, Tunceli ve Bingöl'ün yoksul kızlarını nasıl yaşama
kattığını ortaya koyuyor.
Sıdıka Avar; bazen
yayan, bazen at sırtında, bazen de kamyonla kız çocuklarını kasabalardan
ve köylerden toplayarak onları önce bitten pireden arındırıp tertemiz
giydiriyor. Sonra onlara okuma yazma, biçki-dikiş, görgü öğretiyor, öğretmenlik
eğitimi veriyor. Oraya atanmış diğer görevliler o çocuklara "dağ ayısı"
adını takarak hiç acımadan itip kakarken Sıdıka öğretmen "dağ
çiçeklerim" diyor, sevgiyle eğitiyor hepsini. Sıdıka öğretmenin mücadelesi
yalnızca çocukların eğitimiyle de sınırlı değil! Hem yöredeki cehaletle, hem
tepeden inme, halden anlamaz bürokrasiyle didişe didişe, dağlarda kendi
aydınlık yolunu açıyor. Açıyor açmasına da... Yine tıpkı Türkan Saylan'a
yapıldığı gibi sudan gerekçelerle adeta cezalandırılıyor ve daha
etkisiz bir görev yerine gönderiliyor. Ardından çocuklar "Avar
ana"ları için ağlaşıyor, "Avar! Avar!" diye haykırıyor, maniler
düzüyorlar:
Su gelir acı acı
Avar başımın tacı
Kimse bana acımaz
Avar yine sen acı
***
Türkan ve Sıdıka'nın hüzünlü öyküsü üzerine düşündükten sonra şuna kanaat getirdim: Türkan Saylan'a yalnızca
hekim ve Sıdıka Avar'a yalnızca öğretmen demek onların yüce insanlığını
karşılamaya yetmiyor. Hele hastanelerde lütfedip kimsenin suratına bakmayan ama
özel muayenehanelerinde hastaları kapıda karşılayan "hekim"leri ve
okullarda öğrencilerini iyi eğitmeyen, onlara hakaret eden, şiddet uygulayan
ama özel ders için el ovuşturan "öğretmen"lere tanıklık ettikten
sonra!...
Başka bir kültürde
yaşasaydık ikisi de büyük olasılıkla azize ilan edilirdi ve
isimleri okullara, hastanelere, caddelere, bulvarlara verilirdi.
Bizim ülkemizde verilmemiş; ne gam! Yüreğimize kazılı isimleri! Onlar bu ülkeyi cennet kılmak için canlarını ortaya koyduktan sonra, onların cennette en güzel makamlarla şereflendirileceklerinden de inanan bir insan olarak benim kuşkum yok.
Son olarak şunu
sorgulamadan geçemeyeceğim. Biz bu kahramanların mirasını ne kadar yaşatabildik?
Yıllar geçtikçe hastalıklarla tedavide ve okullaşma oranlarında yükseliş olduğu
doğru; gelgelelim şu “çocuk gelinler” tabiriyle hafifletilen dini nikâh kılıflı
pedofili rakamları beni çok ürkütüyor. Türkan ve Sıdıka gibi yurtseverlerin
yolu kapatılmasaydı belki çoktan temizlenmişti bu yara.
İki güzel insandan ve
onları ölümsüzleştiren iki yapıttan bahsetmişken yine onların sesiyle bitsin bu
yazı. İlki Türkan Saylan’ı özetleyen satırlar:
"Bir doktorun tek
arzusu, hastasını sağlığına kavuşturmak, yaşamını uzatmaktır. Ben bundan
fazlasını yaptım; hastalarıma yaşam şartlarını da hazırladım, onlara iş ve aş
buldum, çocuklarına kanat gerdim. Minnettarım tüm hayatımı vakfettiğim
cüzzamlılarıma, çünkü onların çocukları sayesindedir ki, memleketimin binlerce
başka çocuğuna da uzanabildim. Yoksul olmaları, çaresiz olmaları koşuluyla, hiç
ayrım yapmadan, Türk, Kürt, Süryani, vs. demeden, kırsalın evlere hapsedilmiş
kızlarına kapıları araladım, ışık tuttum yollarına. Beni hırpaladılar, yerden
yere vurdular, ne gâvurluğum kaldı, ne Kürtçülüğüm, ne komünistliğim. Şu son
aramayla da darbeci yerine kondum. Umurumda bile olmadı. Çünkü ben, gâvur,
Kürtçü, komünist veya darbeci değilim. Ben sadece yüreği insan sevgisiyle dolu
bir hekimim. Ülkemi, insan haklarına ve hukuka saygılı, demokrasiye inanan
hükümetlerin idare etmesini isteyen bir vatanseverim. Hayatım boyunca tek
isteğim iyi ve dürüst bir insan olmaktı. İyi dürüst insanlarla birlikte
yaşamaktı."
İkincisi, Sıdıka
öğretmenin çocuklarına, dağ çiçeklerine vedası:
"Ey Mastarların,
Hazarların, Gölcüklerin, Muratların ülkesi Elazığ, ey bağlarında tat,
dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovaların evlatları, ey Tunceli ve
Bingöl'ün göklerle yarışan çetin dağları, boynunu binbir haşeratın kemirdiği
boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert
insanları, hepinize gönül dolusu selam, sevgi ve saygılar...
Ey saadetinize sevinç, dertlerinize gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!
Ey saadetinize sevinç, dertlerinize gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!
Uğrunuza serdiğim 20
senenin kahırları, dertleri, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!
Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze Allah’ın rahmeti gibi yağsın ve mesut olun...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder