24 Nisan 2017 Pazartesi

Türkan ve Sıdıka

Türkiye'nin en güzel kadını kimdir sizce? Nihat Genç'in sekiz yıl önce duyduğum bir cümlesinden sonra bu soruya yanıtım kesin olarak değişmişti. Ne demişti Nihat Genç? "Türkan Saylan Türkiye'nin en güzel kadınıdır." İnanmıyorsanız "cüzzam" yazıp google görsellerde bir arayıverin. Karşınıza çıkan seçeneklerin başında geliyor "Türkan Saylan".

Nihat Genç, Türkan Saylan katledildikten sonra sarf etmişti bu ölümsüz cümleyi... Türkan Saylan kanserden mi ölmüştü sahi? Yoksa evine Ergenekon zırvalarıyla polisler daldıktan sonra mı ölümüne giden yol kısalmıştı? Baskın yapıldığında Türkan hoca ağır hastaydı; fakat onu hasta yatağında taciz edenler onu ölüme ittiler, dolayısıyla onu katlettiler. Yani Türkiye'nin en güzel kadınına vefa borcunu böyle ödemiş oldu devlet. 

Yıllar sonra bana bunları anımsatan, geçenlerde okuduğum bir kitap oldu: Ayşe Kulin'in Türkan: Tek ve Tek Başına adlı yapıtı. Bu kitabı okumazdan önce Türkan Saylan'a sevgim, bilgimle sınırlıydı. Türkan hocanın bu topraklardaki cüzzam ve cehaletle nasıl çetin bir savaşıma girdiğini biliyordum. Daha doğrusu bildiğimi sanıyormuşum. Kulin'in kitabını okuduktan sonra sevgim hayranlığa dönüştü ve öğrendiklerim beni derinden sarstı.

Kitapta Saylan'ın yetiştiği aile ortamı, gençliği, öğrenciliği, hekimliği, anneliği, evlilikleri, hayalleri ve hayal kırıklıkları, cüzzamlılara ilişkin gözleminin hekimliğinde dönüm noktası oluşturması, cüzzamlıları tedavi etmek için herkese karşı -bürokrasiden ailesine kadar- verdiği amansız savaşım, eşek sırtında kırsal yerlere gidip yaptığı cüzzam taramaları, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ni (ÇYDD) kurması ve ömrünün son günlerinde evine yapılan baskın var. 

Kitap bir solukta okunuyor. Okurun Türkan hocanın emeklerine şahit olmasına çok etkili ve yalın bir anlatım eşlik ediyor ve yaşamöyküsü göz yaşartıcı bir bitişle sonlanıyor. Ancak gönül isterdi ki, ÇYDD'nin kuruluşu ve binlerce kız çocuğun yaşamını nasıl değiştirdiği de Türkan hocanın cüzzama karşı açtığı savaşla aynı oranda yer bulsaydı romanda. Sonlara doğru araya birkaç anı serpiştirilmiş gibi duruyor. Oysa Türkan hoca, hekimler dahil herkesin tiksindiği, yaratık muamelesi yaptığı, tecrit ettiği, köşe bucak kaçtığı cüzzamlılara sevgiyle dokunduğu gibi kim bilir kaç kızın yaşamına dokundu ve onları sözgelimi kuma olarak satılmaktan kurtardı? Böylesi örnekler cüzzamlılar kadar bahsedilmeyi hak ediyor.

***

Türkan: Tek ve Tek Başına kitabını okuduktan sonra yıllar önce okuduğum başka bir kitabı daha anımsadım: Dağ Çiçeklerim. Yazarı Sıdıka Avar'ın adını muhtemelen Türkan Saylan'dan daha az işittiniz. Cumhuriyet kurulduktan çok kısa bir süre sonra öğretmenliğe başlamış, genç Cumhuriyet'in fedakâr öğretmeni Sıdıka Avar'ın anılarından oluşan kitap da tıpkı Türkan Saylan gibi yüreği yurt ve insanlık sevgisiyle dolu bir idealistin dağ bayır gezerek Elazığ, Tunceli ve Bingöl'ün yoksul kızlarını nasıl yaşama kattığını ortaya koyuyor. 

Sıdıka Avar; bazen yayan, bazen at sırtında, bazen de kamyonla kız çocuklarını kasabalardan ve köylerden toplayarak onları önce bitten pireden arındırıp tertemiz giydiriyor. Sonra onlara okuma yazma, biçki-dikiş, görgü öğretiyor, öğretmenlik eğitimi veriyor. Oraya atanmış diğer görevliler o çocuklara "dağ ayısı" adını takarak hiç acımadan itip kakarken Sıdıka öğretmen "dağ çiçeklerim" diyor, sevgiyle eğitiyor hepsini. Sıdıka öğretmenin mücadelesi yalnızca çocukların eğitimiyle de sınırlı değil! Hem yöredeki cehaletle, hem tepeden inme, halden anlamaz bürokrasiyle didişe didişe, dağlarda kendi aydınlık yolunu açıyor. Açıyor açmasına da... Yine tıpkı Türkan Saylan'a yapıldığı gibi sudan gerekçelerle adeta cezalandırılıyor ve daha etkisiz bir görev yerine gönderiliyor. Ardından çocuklar "Avar ana"ları için ağlaşıyor, "Avar! Avar!" diye haykırıyor, maniler düzüyorlar:

Su gelir acı acı
Avar başımın tacı
Kimse bana acımaz
Avar yine sen acı

***

Türkan ve Sıdıka'nın hüzünlü öyküsü üzerine düşündükten sonra şuna kanaat getirdim: Türkan Saylan'a yalnızca hekim ve Sıdıka Avar'a yalnızca öğretmen demek onların yüce insanlığını karşılamaya yetmiyor. Hele hastanelerde lütfedip kimsenin suratına bakmayan ama özel muayenehanelerinde hastaları kapıda karşılayan "hekim"leri ve okullarda öğrencilerini iyi eğitmeyen, onlara hakaret eden, şiddet uygulayan ama özel ders için el ovuşturan "öğretmen"lere tanıklık ettikten sonra!...

Başka bir kültürde yaşasaydık ikisi de büyük olasılıkla azize ilan edilirdi ve isimleri okullara, hastanelere, caddelere, bulvarlara verilirdi. Bizim ülkemizde verilmemiş; ne gam! Yüreğimize kazılı isimleri! Onlar bu ülkeyi cennet kılmak için canlarını ortaya koyduktan sonra, onların cennette en güzel makamlarla şereflendirileceklerinden de inanan bir insan olarak benim kuşkum yok. 

Son olarak şunu sorgulamadan geçemeyeceğim. Biz bu kahramanların mirasını ne kadar yaşatabildik? Yıllar geçtikçe hastalıklarla tedavide ve okullaşma oranlarında yükseliş olduğu doğru; gelgelelim şu “çocuk gelinler” tabiriyle hafifletilen dini nikâh kılıflı pedofili rakamları beni çok ürkütüyor. Türkan ve Sıdıka gibi yurtseverlerin yolu kapatılmasaydı belki çoktan temizlenmişti bu yara.

İki güzel insandan ve onları ölümsüzleştiren iki yapıttan bahsetmişken yine onların sesiyle bitsin bu yazı. İlki Türkan Saylan’ı özetleyen satırlar:
"Bir doktorun tek arzusu, hastasını sağlığına kavuşturmak, yaşamını uzatmaktır. Ben bundan fazlasını yaptım; hastalarıma yaşam şartlarını da hazırladım, onlara iş ve aş buldum, çocuklarına kanat gerdim. Minnettarım tüm hayatımı vakfettiğim cüzzamlılarıma, çünkü onların çocukları sayesindedir ki, memleketimin binlerce başka çocuğuna da uzanabildim. Yoksul olmaları, çaresiz olmaları koşuluyla, hiç ayrım yapmadan, Türk, Kürt, Süryani, vs. demeden, kırsalın evlere hapsedilmiş kızlarına kapıları araladım, ışık tuttum yollarına. Beni hırpaladılar, yerden yere vurdular, ne gâvurluğum kaldı, ne Kürtçülüğüm, ne komünistliğim. Şu son aramayla da darbeci yerine kondum. Umurumda bile olmadı. Çünkü ben, gâvur, Kürtçü, komünist veya darbeci değilim. Ben sadece yüreği insan sevgisiyle dolu bir hekimim. Ülkemi, insan haklarına ve hukuka saygılı, demokrasiye inanan hükümetlerin idare etmesini isteyen bir vatanseverim. Hayatım boyunca tek isteğim iyi ve dürüst bir insan olmaktı. İyi dürüst insanlarla birlikte yaşamaktı."

İkincisi, Sıdıka öğretmenin çocuklarına, dağ çiçeklerine vedası:  
"Ey Mastarların, Hazarların, Gölcüklerin, Muratların ülkesi Elazığ, ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovaların evlatları, ey Tunceli ve Bingöl'ün göklerle yarışan çetin dağları, boynunu binbir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları, hepinize gönül dolusu selam, sevgi ve saygılar...

Ey saadetinize sevinç, dertlerinize gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!

Uğrunuza serdiğim 20 senenin kahırları, dertleri, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!

Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze Allah’ın rahmeti gibi yağsın ve mesut olun...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder