28 Mart 2017 Salı

Mini masal: Geri dönüşüm

Geri dönüşüme bayılan biriyim. Kâğıt, cam, plastik hak ettiği muameleyi görmeli, yani geri dönüşüm tesislerinde ağırlanmalı. İşte böyle "geri dönüşümün faziletleri" gibi düşüncelerle gökyüzünü seyre dalmışken bir gece, birkaç yıldızın tek başlarına parlayıp söndüğüne şahit oldum. Zaten hava kirli, puslu ve eskisi gibi pırıl pırıl yıldızlı geceler yok; kalan yıldızlar da mahzun ve yalnız. Yenice yeşeren anne şefkatimden olsa gerek, dayanamadım; gözümün gördüğü, elimin eriştiği yıldızları asılı oldukları gök katmanından topladım. Hepsi dünya kadar kir, toz ve is sırtlanmıştı. Üfledim, silkeledim, parlattım, hatta bitleri var mı diye tepelerini dikkatle inceledim. Üşümüşlerdi de. Yine dayanamadım; hepsini koynumda ısıttım. Haydi son bir kıyak çekeyim, yapmışken iyiliği tam yapayım dedim, tuttum şarkı söyledim onlara: Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlaaar, yeryüzünde sizin kadaaar... Uyuyakalmışım. Yıldızların içimdeki tatlı serinliği beni uykunun kollarına bırakmış. 

Güzel bir uykunun ortasında kızımın geceyi darmadağın eden ağlayışıyla uyandım. Kızım acıkmıştı. Hemen emzirdim. Bu arada koynumdaki yıldızları unutmuşum; onlarla yeniden uykuya daldım. Sabah kalktığımda kızımın keyifli gülüşünde alışılagelenden farklı bir ışıltı vardı. Ağzında iki yıldız parlıyordu, bembeyaz! Çıkarmak istedim; çıkaramadım. Zamkla yapışmışlar adeta! Gökteki makamlarını terk edip kızımın damağına azimle tutunmuş iki minik yıldız! Demek ki gece emzirdiğimde İncimin ağzına sütümle beraber yıldızlar akmış. O ikisi de yerinden memnun kalmış. Hemen koynumu yokladım. Dişe dönüşenlerin dışında kalan birkaç yıldız kıpırtısızca, uslu uslu bekleşiyordu. Onları ömrüm boyunca oraya hapsedemezdim. Saçıma takamazdım; çünkü ağaran saçlarımın arasında yitip gidecek, yıldız olmanın hakkını veremeyeceklerdi. Toprağa gömemezdim. Çöpe hiç atamazdım. 

Bir geceliğine de olsa onların sessiz varlığına alışmıştım galiba. Ayrılık zor gelecekti; ama onları yerinden yurdundan eden bendim. Yıllarca yeryüzüne onları sürgün etmeye zaten hakkım yoktu. Kalan yıldızları teker teker koynumdan çıkardım, öptüm ve gündüz vakti göğe üfledim. Onları nerelerden topladığımı tam çıkaramadığım için yerlerine kendi bildikleri gibi geri dönsünler istedim.
...

O günden bu yana onlardan haber alamadım. Özlüyorum misafirlerimi. Gökyüzünde artık hiç yıldız konaklamadığı için ben de İnci'nin minik ağzındaki pırıltılardan sebepleniyorum. İncimi her emzirdikçe kuşkuya da düşmüyor değilim hani; acaba hâlâ koynumda (ve belki sütümde) gizlenmiş bir yıldızcık kaldı mı? Dişe dönüşeceği ve neşeyle ışık saçacağı günü iple çeken...

"Doktor Jivago"dan birkaç satır

"Hayatta yanlış yapmamış, doğru yoldan ayrılmamış insanlardan hiç hoşlanmam. Erdem cansızdır. Bir değeri de yoktur. Hayat, erdemli insanlara güzelliklerini göstermekten çekinir."

"Felsefi eserleri pek tutmam. Bence felsefe hayata ve sanata azar azar eklenmeli. Araya karıştırılmamalı.  Bir insanın oturup sadece felsefeyle uğraşması, durmadan turşu yemesi gibi garip bir hal."

"-Mademki birbirinize bu kadar düşkündünüz, evlendikten sonra ne oldu da ayrıldınız?
- İşte cevaplandırması güç bir soru. Ama bir cevap verebilmek için elimden geleni yapacağım. Ayrıca senin gibi, Rusya'da olup bitenleri o kadar iyi anlayan, insanların başlarına gelenleri yakından izleyen, ailelerin, sözgelişi senin ve benim gibi ailelerin neden yıkıldığını çok iyi bilen birine bunu anlatmak çok güç olacak. Bunda sevmek ya da sevmemek, aynı karakterde olup olmamak önemli rol oynamıyor. Kurulu düzenli her şey, bütün toplumla birlikte yıkılıp gitti. Bütün toplum hayatı mahvoldu. Her türlü alışkanlıklarımız, gelenekler, kurulu aile düzeni bir anda kayboldu. Geriye sadece çırılçıplak kalmış titreyen bir insan ruhu ve insan vücudunun çıplak, acı kuvveti kaldı. Bu kuvvet zaten hep yalnız, çıplaktı. Hep üşüyordu. Isınmak için kendisi kadar yalnız ve soğuk olan en yakın komşusuna yetişmeye çalışıyordu. Sen ve ben hayatın başlangıcında üstlerine giyecek hiçbir şeyleri bulunmayan iki insana benziyoruz... Hayatın sonundayız, yine üzerimize giyecek bir şeyimiz yok. Evsiz barksız. Biz, o zamanla bizim zamanımız arasında geçen binlerce yıl süresince yaratılmış ölçüsüz büyüklükten arta kalan son varlıklarız. Artık gelmemek üzere kaybolup giden o hayallerin hatırasına saygı duyarak sevişiyor, ağlıyor ve birbirimize sarılıyoruz."

"Onlar birbirlerini ihtiyaç duyduklarından, âşıkların tasvir edildiği gibi 'birbirleri için yanıp tutuştuklarından' sevmemişlerdi. Onlar; çevrelerindeki her şey, gökyüzü, ağaçlar, ayaklarının altındaki toprak sevişmelerini istediği için sevmişlerdi. Belki de yaşadıkları dünya, içinde dolaştıkları ev, sokakta rastladıkları yabancılar onların aşkından, kendilerinin olduğundan daha memnundular.
   Evet, işte onları birbirine yaklaştıran, birbirine bağlayan şey bu olmuştu! En mutlu ve bahtiyar oldukları günlerde bile neyin en güzel, en heyecan verici olduğunu asla unutmamışlardı. Hayatta ve yaşamaya duydukları sevgi kendilerinin dünyaya ait olduklarını, onun bir parçasını teşkil ettiklerini bilmelerinden doğan bir duyguydu."

"Seninle hayale kapılmadan, dürüst bir şekilde konuşmak isterim. Fakat başka çaremiz kalmadı değil mi? Sen nasıl istersen öyle söyle ama ölüm kapımızı çalıyor galiba. Günlerimiz sayılı artık. Hiç olmazsa bu günleri kendimize göre faydalı bir şekilde geçirmeye bakalım. Hayata veda ederek içimize çekilelim. Birbirimizden ayrılmadan önce son defa yine beraber olalım. Sevdiğimiz her şeye, hoşlandığımız yaşama tarzına, vicdanımızın öğrettiği şeylere, ümitlerimize ve nihayet birbirimize veda ederiz. Doğu Okyanusunun adı kadar sakin, sessizlik dolu gecelerde konuştuğumuz kelimeleri bir kere daha tekrarlarız. Hayatımın son günlerinde savaşta karşıma çıkışın boşuna değildir benim siyah, yasak meleğim.
       O gece okul öğrencisiyken, otel odasında kahverengi önlügünle de şimdiki kadar güzel ve çekiciydin.
      Daha sonra, çok zaman sonra içime ektiğin tohumların verdiği parçayı anlamlandırmaya çalıştım. Önlüğünün içinde benim için erişilmez bir hayalken odanın gölgeleri içinden çıkıp karşıma dikildin. Cahil, toy bir delikanlıydım. Yine de bu incecik, narin kızın dünyanın en güzel kadınlarından biri olduğunu anladım. Sana bütün varlığımla yaklaştım. Sende her şeye, herkese etki yapan elektrikli bir hava vardı. O anda sana parmağımın ucuyla dokunsam bütün odayı aydınlatan bir kıvılcım saçacağına emindim. Bu kıvılcım beni ya oracıkta öldürecek ya da bütün hayatım boyunca bana acı çektirecek mıknatıslı bir akımla doldururdu. Ağlayacak kertelere geldim. İçim kan ağlıyordu. Bir çocuk olduğum için kendime, küçücük bir kız olduğun için de sana acıyordum. Hayretler içinde kalan varlığım, 'Sevmek, elektrikle dolmak bu kadar acı verici bir şeyse, kadın olmak kim bilir ne kadar acıdır?' diye soruyordu."

22 Mart 2017 Çarşamba

Haşırt Dı Bilekbord

Oyuncu Zafer Algöz'ü tiyatro sahnesinde seyretme fırsatım hiç olmadı. Herhangi bir söyleşisini de okumamıştım. Yalnızca birkaç sinema filmi ve diziden oyunculuğunu takdir etmiştim. Meğer ne tatlı bir anlatıcı imiş! Bunu Haşırt Dı Bilekbord adlı kitabından öğrendim. 

Kitap, oyuncunun kısa kısa, bitirim delikanlı ağzıyla anlattığı hatıralardan oluşuyor. Çoğunu kendisi yaşamış, bazılarını da başkasından aktarmış. O kadar çok hayran olduğumuz insan var ki kitapta, anılar doyumluk değil tadımlık kalıyor. Ağız sulandıran birkaç ayrıntı ve isim vereyim de özendireyim okumaya: 
Sadri Alışık'ın Ajda Pekkan'a çektği ince ayar, 
Koca Timur'un sahnedeki esirlerine ayran üstüne ayran içirmesi, 
Nur Subaşı'nın (hani şu Şirinler çizgi filminin başında duyduğumuz "İyi bir çocuk olursanız siz de Şirinler'i görebilirsiniz" diyen davudi sesin sahibi) işkembecide racon kesmesi,
Zırtçılar (kahvelerde palavradan hikaye anlatanlar), 
Ağır Roman filmi çekilirken Romanların çekimlere dahil olması, 
Carlos Santana'nın İstanbul'daki konserinde ağırladığı boyacı çocuklar,
Kemal Sunal, Cem Yılmaz, Müşfik Kenter, Zeki Müren, Fatma Girik'le dolu nice komik ve kimi zaman hüzünlü yaşanmışlıklar...

Rahat ve hızlı okunan bir kitap. Hele gırtlağımıza kadar kaba siyasete boğulduğumuz şu günlerde bir soluk alma, gülme ve eski güzel günlere iç çekme molası.

Kitabın tuhaf ismini merak ediyorsanız... Öztürk Serengil'in olduğu bölümde gerekli açıklama yapılmış efendim. Ben burada "spoiler" vermeyeyim şimdi.

13 Mart 2017 Pazartesi

Besteli şiirler - 5: Gülten Akın

Cemrelerin kolunda ilkbahar geldi!... Uyanışın, kıpırdanışın, silkelenişin, karlar boyunca yürüyüp tökezledikten sonra kuyruğu yeniden dik tutmanın mevsimi. Kışın kuru ayazının ardından rüzgarın çiçekçe kokulandığı zaman dilimi. 

Yağmurlarla kendini duyuran ilkbahar, Eskişehir'de de dün gece aralıksız mesaideydi. Ben de onun bu çabasına hürmeten, bir buket Gülten Akın şiiri ve bu şiiri zarifçe kavramış müzikal aranjmanı gönderiyorum.

Yağmurlu günlere yakışan şiir ve Suavi'nin sesinden yağışı: