Erken giden her fâninin ardından gitmek için sırasını bekleyen diğer fânilerin davranışlarını biz de sergiledik. Vefat haberini alınca sarsıldık, sonra gözümüzün önünden gidenle ilgili görüntüler geçti, kulağımıza onun sesi çalındı. Ardından… yerine getirmemiz gereken görevlerimiz ve sınıflarda bizi bekleyen öğrencilerimiz olduğunu hatırladık. Anlatılacak ne çok tense vardı. Geçmiş zamanı yâd etmek için past tense, geleceğe dair umutlarımızı dillendirmek için future tense. Ama bir dakika! Ölüm de var! O halde şimdiki zamanı anlatmalıydık çocuklara. Geçmiş çoktan atına atlayıp gitti. Gelecek desen, Özdemir Asaf’ın dediği gibi “yarın yok ki”. Olmuş ve olabilecek arasında sallanıp duran bir sarkaca benzeyen yaşamımızda şimdiki zamanın kıymetini bize hatırlatanın sevdiğimiz insanları yitirmek olması acı geliyor bana.
Süresine çoktan karar verilmiş bir ömrü yaşıyoruz ve sonunu hepimiz bildiğimiz halde şaşkınlığımız ve hüznümüz erken gidenlere... Bu şaşkınlık ve hüzün bulutlarının arasında ben Nilüfer hocayı, insanın içini okuyormuş gibi bakan siyah gözlerinden sızan ışıltı ve ince bir zekânın bilediği esprileriyle hatırlayacağım. Güle güle hocam...
Esmer bir karanfilmişsin sen
Toplantıları dolduran
Yorgun çehrelerin yakasına
Hınzır bir nükteyi kondurup
Güldü gülecek
Esmer bir karanfilmişsin sen
Cami avlusunu dolduran
Üzgün çehrelerin yakasına
Güzel suretini iliştirip
Düştü düşecek