25 Mayıs 2020 Pazartesi

Trevanian’la 1 dakika

Birkaç yıl önce okuduğum Trevanian'ın "İnci Sokağı" kitabından paylaşmak istediğim bazı ilginç satırlar:

"...radyonun üstünlüğü, bizi kendine çekmesi, hayal gücümüzü meşgul etmesi, resimleri zihnimizin duvarlarına kendimiz yapalım diye zorlamasıydı. Radyoda yakışıklı bir adam, sizin kendi yakışıklı adamınızdı. İyi yürekli kadın, sizin kendi kafanızdaki iyi yürekli kadındı. Güzel bir günbatımı, sizin günbatımınız, sizin güzelliğinizdi."

"Dünyayı düzeltme sırası sana geldiğinde, şunu asla unutma: sağlık ve eğitim hizmeti gibi temel ihtiyaçları karşılamak için hem kapitalist rekabetin randımanına, hem de sosyalizmin merhametine ve hümanizmine ihtiyacın var. Parayı kapitalistler kazanmalı, sosyalistler harcamalı."

"Orta sınıftan insanların, bu fakirler yiyecek parası bile bulamazken çocuklarına lüks şeyler alıyor, diye yakındıklarını duyduğum zaman, hemen aklıma annemin bize hazırladığı zengin Noeller gelir, bunu sağlayabilmek için ailenin dağılması riskini bile göze aldığını hatırlarım. Ayağını yorganına göre uzatmak, bir burjuva değeridir, çünkü zenginlerin tasarruf etmeye değer bir şeyleri vardır. Fakirler alabildiğine harcar. Hayatlarının o renksiz dokusu üzerine biraz renk saçmak zorundadırlar. Aç olan, rüyasında kepekli pirinçle sebze görmez, görecekse pasta görür."

"Kendi kendine konuşmak, deliliğin şaşmaz belirtisi sayılırken, şarkı söylemenin ayıp bir şey olmadığını öğrenmiştim."

"Seneye on yaşında oluyordum. İki basamaklı bir yaşa geçmek bence çocukluğun sonu demekti, çünkü ... itiraf etmekte yarar var, bir kere çift basamaklı sayılara geçtiniz mi, ömrünüz boyunca orada kalıyordunuz."

"Zaman kavramını ele alın mesela. "Şimdi" dediğinizde, 'gelecek'ten başlayıp 'geçmiş'e doğru hızla akan parlak bir andan söz ediyorduk. Ama peşpeşe bir sürü "şimdi" noktaları geçmişe akıp dursa da, geçmiş asla uzanmıyor, gelecek de, zamanın ondan koparıp geçmişe attığı parçalardan ötürü kısalmıyordu, çünkü geçmiş de, gelecek de, aslında sonsuzdu. İnsan sonsuz artı bir parça, ya da sonsuz eksi bir parça diye bir şey düşünemezdi. Hızla kayan o ışıklı 'şimdi' bile kaypaktı, çünkü siz 'ş' harfini söylerken 'i' harfi gelecekteydi, siz 'i' harfine ulaştığınızda da 'ş' artık geçmişteydi. 'Şimdi'yi yanınızdan uçup geçerken satırla ortasından kesseniz bile ortadaki 'm'nin yarısını bir yana, yarısını öbür yana itseniz bile, daha o parçaların havada titremesi durulmadan, 'şimdi'nin tümü çoktan geçmişe kayacak, bir daha kimseler görmeyecekti."

"Madem sevişmek o kadar yüce ve güzel bir şeydi, doğa neden bu işi bu kadar küçümsüyordu da, işi işeme teçhizatımızla yapmak zorunda bırakıyordu? Eğer vücut alanı çok sınırlıydı da, doğa organlarımıza çifte görev vermek zorunda kalıyorduysa, neden parmaklarımızla koklayıp sesleri dirseklerimizle dinlemiyorduk? Bu yüce eylemi yapacak özgün bir organ bulunması için başka şeylerden fedakârlık etmek gerekmez miydi? (Belki pek acil bir işi yokmuş gibi görünen göbek deliğimize birtakım görevler verilebilirdi.)"

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Acaba var mısın?

Bir roman okudum; onu nereye koyacağımı bilemiyorum. Bir roman ki, ney sesi eşliğinde okuru her bölümünde farklı bir âleme yolculuk ettiriyor. Kaç karakter var; inanın ondan bile emin değilim. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'nin A'mâk-ı Hayal (Hayalin Derinlikleri) kitabıdır bahsettiğim. 

Kitap uzun süredir varlık-yokluk ve insanın dünyaya geliş sebebi üzerine düşünmüş ve hakikat arayışında olan Raci'nin düşsel maceralarını anlatıyor. Raci uykuya yatarak atıldığı her macerasında aslında ölmeden öldürüyor kendini. Hakikate bir nebze olsun varmak için. Bu maceralarda ona bir dost eşlik ediyor: Aynalı Baba. Raci, Aynalı Baba'nın neyini üflediği an kendinden geçiyor ve her kendinden geçişte başka başka mekanlarda bambaşka kahramanlarla etrafı çevriliyor. Bazen Buda'nın huzuruna kabul ediliyor, bazen Zerdüşt'ün. Kimi zaman anka kuşunun konforlu kanatları arasında galakside seyahat ediyor, kimi zaman asilzade bir karıncaya dönüşüp semiz bir karafatma buduyla kahvaltısını ediyor. Bir bölümde arif olarak kabul görenlerin meclisinde gayet bilimsel görünüşlü laf salatasına kahkahayı koparıveriyor Raci, bir diğer bölümde bir türlü cevaplayamadığı soruların cevabını Delilik Vadisi'nde ikamet eden delilerin iki dudağının arasında buluyor. Ve daha nice serüven... İşte bu yüzden karakterleri sayamıyorum. Hem çokluğundan, hem tekliğinden. Zira kitap vahdet-i vücud (varlıkta birlik; yaratanla yaratılanın bir olduğu düşüncesi) üzere yazılmış. Mesela Aynalı Baba da Raci'nin bir parçası olabilir; neden olmasın? Raci'nin uyurken gördüğü her şeyden haberdar. Üstelik kıyafetinde çokça ayna taşıyor; yani ayna tutuyor Raci'ye! Ayrıca Raci'nin maceralarında savaştığı fantastik karakterler Raci'den bağımsız değil; insanın bilinçaltının kovuklarına yuvalanmış canavarlardır: Nefs-i emmare (İlkel dürtülerin giderilmesini ve kötülüğü emreden en alt nefis mertebesi), nifak, sabırsızlık, vs... Yani Raci uzak diyarlara gitse dahi yine kendisine yolculuk etmiş oluyor. Bu yolculuklara eşlik eden birçok dini motif; felsefi tartışma; gazel; deyiş ve metafor, alegori, ironi gibi sayısız söz sanatı da kitabın incelenmesi gereken ayrı bir boyutu. 

Bunların yanı sıra delilik ve velilik kitapta o kadar iç içe geçmiştir ki, "Dem bu dem!" diyen bir deli, yozlaştırılmış bir carpe diem anlayışıyla vur patlasın çal oynasın demeye getiren hazcı ve dünyevi bir deli değildir asla. Sen şimdi var olduğunu sansan da her an yok olabilirsin, belki de yoksun diye hatırlatan bir velidir. Örneğin, Raci'yle bir delinin diyaloğunda olduğu gibi:

"Yaşlı deli genç deliye diyordu ki:
"- Bu alemde her ne varsa benim sıfatımdır. Ben olmasam bir şey olmazdı. Ben hep'im yahut hiç'im. Ben hiç'im yahut hep. Zaten hiç ile hep tek gözlü, tek şeydir. Lakin cahil kalabalıklar bir şeyi iki adla anıyorlar! ..." 
Konuşmanın geleceği de buna kıyas edilsin. Hayret içinde kaldım. İstemeden söze karıştım:
"- Acaip! Var'la yok, eşit olur mu? Mesela ben şimdi var'ım. Yarın yok olacağım. Bu iki durum arasında fark yok mu?" dedim. Deli başını çevirdi. Kahkahayı kopardı:
"- Vay! Sen var'sın ha!" dedi. "Acaba var'mısın?"

Bu diyalogdan hareketle biz de özümüze soralım: 
Gerçekten var mısın soluk alıp verdiğin her saniye kendi yok oluşuna doğru yol alan? Hele aczimizin Korona virüs vesilesiyle yüzümüze çarpıldığı şu günlerde gerçekten var mısın? Hani nerede seni kurtaracak, diğer insanlardan seni daha üstün bir yere koyacağını vehmettiğin kibrin, azametin, şanın, şöhretin? 

Aynalı Baba, Raci'yle tanıştığında Raci'nin ismiyle ilgili şunları söyler:
"İnsanlığın ismini gasbetmişsin, nurum. İnsanoğlu o kadar aciz, zayıf ve muhtaçtır ki hayatını rica ile devam ettirir. Raci demek insan demektir."

İşte biz tam da bugünlerde her zamankinden daha fazla raci, daha fazla ricacıyız. Bilim insanları aşı bulsun da insanlığı kurtarsın, doktorlar ve hemşireler hastalarımızı iyileştirsin, çiftçiler bizi aç bırakmasın diye ricacıyız. Birbirimize hastalık bulaşmaması için sokağa çıkmayalım, temasa geçmeyelim diye birbirimizden ricacıyız. Varlığımız hep birilerinin varlığına minnetle ricayla bağlıysa ve dua edip beklemekteysek şu soruyu soralım: Acaba ne kadar varız veya ne kadar yokuz?

Tasavvufa, felsefeye ilgi duyan, varoluş ve hakikat üzerine kafa yoran herkesin A'mâk-ı Hayal'de kendine yeni düşünme ve düş kurma vahaları bulabileceğine inanıyorum. Bu renkli ve sürükleyici kitabın insana sorular sordurarak kendisiyle yüzleştirmesi, belki de en kıymetli yanıdır. Yazarımızın da yazdığı gibi "İnsanların gözü hakikatleri görmekte arpacık soğanı kıymet ve nispetindedir".