31 Ocak 2020 Cuma

Boş koltuk



İnsan, sevdiklerini kaybettiğinde herkes susar, eşyalar konuşur. Giyilen elbiseler, hırkalar, pantolonlar, etekler, şapkalar, eşarplar gidenin edasıyla dolmuştur bile. Hatta kokusu tüter o kıyafetlerden. Onlarca sigaranın söndürüldüğü küllükler itirafçıdır adeta, gidenin sağlığının usul usul veda ettiğini hatırlatırcasına. Sahibinin senelerce sayısız anına tanıklık etmiş kol saatinin ölenle ölmesi beklenir gibidir; fakat o geveze tiktaklarını sürdürür. Ölenin kullandığı cep telefonu sanki aranmayı bekler. Yetmezmiş gibi o telefondan atılan son mesajlar, yapılan son arama kayıtları sevenlerinin telefonlarından silinemez bir türlü. Üzerine oturulup tadına doyulmaz sohbetlerin edildiği koltuklarda bırakılan boşluk o sohbetlerin anılarıyla dolar, boşalır; dolar boşalır.

Bir yıldır, babamın ölmeden önce sıklıkla oturduğu, fotoğrafta gördüğünüz o koltuğa ara sıra ben de geçiyorum. Konuşurken onun sesini kendi sesime katıyorum. Tavrını, oturuşunu, bakışlarını, beni dinleyişini gözümün önüne getiriyorum. Hâlâ karşımdaymışcasına yüzündeki duygu geçişlerini izliyorum. Bunları kendime işkence etmek için değil; tam aksine onunla geçirdiğimiz mutlu saatleri yeniden yaşama tutkusuyla yapıyorum. Kısmen başarılı oluyorum da. 

Yıllar yılı bu sohbetlerde ondan öğrendiklerimin üstüne, onsuz geçen bir yılın bana öğrettiği, ölümün bütün öğretmenlerin en üstünü ve makamının en sarsılmaz olduğudur. Eşsiz yaşam deneyimleri, kıdem, statü, dünya çapındaki bilimsel ve sanatsal çalışmalar rahatlıkla eleştirilebilir; fakat bir gün nefesinin tükeneceği gerçeğine meydan okuyabilecek birisini bulan beri gelsin! Yaşarken sözünün üstüne söz söyletmemiş nice padişah, diktatör, başkan, patron bile bizzat kendi ölümleriyle ölümün yüce otoritesini sağlamlaştırdıktan sonra!.. İşte bu yüzden eninde sonunda çürüyüp yok olmaya mahkum her şeyin putlaştırıldığı bir çağda benim için anlamlı olan, tıpkı babam gibi öldükten sonra da adımı anılmaya değer kılan vasıflarla kuşanmaktır. Aslına bakarsanız, o koltuk bana bunun provasını yaptırıyor. Onun ruh DNA’sından miras kalanları, özümdekilerle harmanlayarak bir yıldır kendimi yeniden var ediyorum. Onu özleyerek, düşünerek, hatıralara gülümseyerek, kafamın karıştığı durumlarda onun hayaline danışarak. Kimi zaman ulu orta ağlayarak, kimi zaman gözyaşımı sessizce rüzgarda kurutarak.

Yine de bunca üzülmeme rağmen, onsuz geçirdiğim ilk yılımın onunla yaşadığım yıllarımdan daha az kıymetli olmadığının farkındayım. Çünkü babam giderken müthiş bir mücadele azmi ve sabrı, gittikten sonra onun gibi bir babanın kızı olma gururunu bana bıraktı. Anlayacağınız, azalarak da çoğalabiliyor insan. Değil tek bir koltuğu, kalabalıklar arasında koca salonları dolduran ve herkesi kucaklayan babacan sesi artık duymuyorum; ama çocukluğumdan beri ruhuma üflediklerine kulak kesiliyorum. Ve o koltuğa her oturdukça kendime söz veriyorum: Ben de evladımı daima dinleyeceğim babam gibi söze başlayarak: “Eeee, anlat bakalım sevgili kızım!”