13 Ekim 2019 Pazar

Oyun oynama sanatı

Rıfat Ilgaz'ın sevdiğim şiirlerindendir “Her Dilde”. Şöyle başlar:

Hangi dilde ağlar çocuklar
Hangi dilde güler
Ağlamak her dilde tek anlamda
Çince, İngilizce, Türkçe...

Tıpkı ağlamak ve gülmek gibi oyun da her dilden çocuğun anladığı dildir. Biz büyümüşlerin penceresinden bakarsanız, oyun çocukla kurabileceğimiz yegâne diplomasi dilidir. Çocuğunuzun inadını, öfkesini, kardeş kıskançlığını tatlılıkla kırmak mı istiyorsunuz? Okula alışmasını mı sağlamak niyetiniz? Ya da doğal afetler, geçirdiği hastalıklar, anne-baba boşanması, zorlu doğum süreci gibi nedenlerden kaynaklanan travmaların etkisini hafifleterek aranızdaki bağı mı güçlendireceksiniz? Alışılagelmiş ödül-ceza yöntemlerini, katı disiplin kurallarını bir kenara koyun ve oyun oynamak için sıvayın kolları. Aletha Solter'ın “Oyun Oynama Sanatı” adlı kitabını okuduktan sonra anladım ki, bebekken pek çok büyüğümüzün de bize yaptığı “ce-ee” den tutun, yastık savaşlarına kadar çocukları doyasıya eğlendiren oyunların kerametleri saymakla bitmezmiş. 

Aletha Solter, bu oyunları “bağlanma oyunları” olarak nitelendiriyor. Kitapta çoğu gayet tanıdık gelecek dokuz oyun türü var. Her biri farklı içerikte olsa da, aslında aynı iki amaca hizmet ediyor: Ebeveyn-çocuk bağını güçlendirmek ve çocuk gelişimindeki birtakım zorlukları birlikte eğlenerek aşmak. Solter, psikolog olduğu için karşılaştığı pek çok vakanın çözümündeki oyunları örneklediğinden kitabı okurken “aslında ben de yapabilirim... demek bu kadar kolaymış” düşünceleri arasında gidip gelmeniz olası. Fakaaat.... Bir-iki oyunla sıyrılıp çıkamayabilirsiniz kemikleşmiş sorunların içinden. Belki haftalarca uğraşacaksınız, belki çocuğunuzdan olumlu yanıt alamayacaksınız kolay kolay. Onca işinizin gücünüzün arasında sıra dışı bir yaratıcılık gerektirecek kimi oyunlar. Ama en azından çocuğunuzla kahkaha atacaksınız ve aranızdaki sevgi bağının her geçen gün kuvvetlendiğini göreceksiniz; az şey midir bu? İyi bir anne-baba olmak, çocuğunuz sizden her ilgi istediğinde eline tablet veya telefon tutuşturmak mıdır, yoksa sabır ve şefkatle onun hamurunu yoğurmak mıdır?

Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için oyun kavramının çocuğu şımartma, her yaptığını onaylama anlamına gelmediğini de belirtmek gerekiyor. Aksine, oyun tam bir disiplin işi. Ama güler yüzlü bir disiplin bu. Tepeden bakan, üst perdeden konuşan bir anlayışla asla örtüşmeyen bir ev içi düzen kurma çabası. Tam bu noktada, yazarın sıklıkla kurduğu bir cümleye atıf yapmak gerekiyor: “Çocuğunuz kahkaha atıyorsa doğru yoldasınız.” Evet, siz çocuğunuzun yüzünü onunla oyun oynayarak (ona pahalı oyuncak satın alarak değil!) güldüren bir ebeveyn iseniz ne mutlu size! Eviniz, dikenlerin bürüdüğü bir dünyanın ortasında kahkaha çiçeklerinin açtığı bir bahçe olmuş. Bu sizin en büyük başarınız! 

Kitap, mesajını -yer yer yinelemeye düşme pahasına da olsa- etkili bir biçimde veriyor. Bazı konularda (örneğin: ev ödevleri, oyuncak silahlar, vs.) ezber bozan cümleler de cabası. Ancak ağır hastalık gibi travmaların acıklı tarafına kendini kaptıran insanlar için gülücükler dağıtarak bu oyunları oynamak epey zor olsa gerek. Hele çocukluğunda oyun nedir bilmemiş ve oyun üretmekte zorlanabilecek insanların oyun dünyasına girmesi de ayrı mesele. “Hayat güzeldir” filmindeki efsanevi baba karakteri gibi değiliz ki, Yahudi toplama kampında tanık olunan insanlık dışı olayları bile çocuğumuza bir oyundaymış gibi başarıyla aktaralım. Bu nedenle oyun konusunda kendisini eksik hissedenlerin kitaptaki önerileri destekleyebilecek ek okumalar yapmaları gerekebilir.

*Oyun Oynama Sanatı: Anne babalar için oyun becerileri - Alehta J. Solter - Doğan Kitap

5 Ekim 2019 Cumartesi

Mesnevi'den bana kalanlar

Uçsuz bucaksız bir kumsalı gözünüzün önüne getirin. Bembeyaz, pırıl pırıl bir kumsal. Elinizi kumsala daldırdığınızda avcunuzda hissettiğiniz sıcaklık, sahili büsbütün kucaklayıp götürüverme isteğine karışmıştır çoktan. Ama bir de bakmışsınız, parmak aralarınızdan kum zerrecikleri dökülmeye başlamış bile. İşte benim Mesnevi'yi okuma serüvenim de buna benzedi. 1. deftere başlayıp 6. defterin kapağını kapatana dek hem kitapta hem kendi hayatımda nice insan ve nice dert tanıdım, iç deryama daldım, orada bile epey susuz kaldım, Mevlana'nın dizelerini kalbime elifi elifine işlediğimi sandım, sonra bir de dönüp baktım ondan bana kalan bir avuç ışıldayan dizeymiş. Ve o sonsuz kumsaldan bana kalan incecik kum zerreleri bu yazıya dökülmüş.

Bendeki Mesnevi'nin çevirisini, üçer cilt olmak üzere Derya Örs ve Hicabi Kırlangıç üstlenmiş. Ne yazık ki pek beğenmedim. "Bayım" gibi tuhaf hitapları, yazım yanlışlarını yakıştıramadım bu esere. Buna rağmen elimden de düşüremedim. Kimi zaman gündelik yaşamın yoğunluğundan fırsat bulamayıp okuyamadığımda eksikliğini hissettiğim oldu. Hatta bazen bunalıp da Mesnevi’yi elime aldığımda sanki yaşadığım kasveti hedef almış bir ok olup çıkıveriyordu dizeler! Anlayacağınız, insan aynı insan. Yüzyıllar öncesinde neye gamlanıp neye neşeleniyorsa, bugün de aynı. Büyük olasılıkla yarın da aynı kalacak.

Ama Mesnevi’yi takip etmek biraz zorladı beni. Hikaye içinde hikaye, kıssa içinde kıssa. Başını kaçırdığınız an sonunu getiremezsiniz. O nedenle Mevlana okurundan sabır istiyor. Zaten "Sabır rahatlığın anahtarıdır" diye defaatle yazan da o değil mi? Bunun yanı sıra, Mesnevi okurken bir Kur’an mealini baş ucunda bulundurmakta yarar var; zira ayetlere ve Kur’andaki kıssalara sayısız atıf barındırıyor. Hadisleri, mutasavvıfların ve velilerin başından geçmiş olayları saymıyorum bile. Özcesi, ciddi bir İslami birikim istiyor kitap. Bu olmasa da okunur mu? Okunur okunmasına, ama derinliğine tam vakıf olunamayabilir.

Mesnevi’nin bir diğer rahatınızı kaçırabilecek özelliği, Mevlana’nın yeri geldiğinde okuruna sert bir dille seslenmesi (örneğin: "Sen içi pislik dolu bir kurtçuksun, ama dünyaya bir velvele salmışsın. / Sen meniden var edildin, benliği bırak." 5. defter). Mevlana'nın "sonsuz şefkati"nden dem vurarak dükkan açan günümüzün kişisel gelişim esnaflarını; kitap önsözlerinde, iş yerlerindeki duvarlarında, sosyal medya hesaplarında Mevlana’dan sözler (ki kaynak belirtmeksizin yapılan o alıntıların da doğruluğu tartışılır) paylaşan yogileri ve guruları epey sarsacak cümleler var Mesnevi’de. Yumuşacık jelibon tadında bir kitap değil bu. Hele çağlar öncesinde yazılmış bu dizelere bugünün genel kabul gören, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi değer yargılarıyla yaklaşırsanız, kadın düşmanı olarak bile değerlendirebilirsiniz Mevlana’yı. Mesnevi’yi okumamışları daha da şaşırtabilecek bir ayrıntı da şu: Eserin muhtelif yerlerinde hayli müstehcen hikayeler var. Hatta bununla ilgili Mevlana’yı sapkınlıkla suçlayan kimi yorumlara rastladım. Mevlana buna yine kendisi yanıt veriyor 6. defterde: "Alçak kişiler her anlatıcıyı zebun ederler; sözü yüksek de olsa değerini aşağı indirirler. / Çünkü söz, dinleyenin değerincedir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre biçer." 

Beni ne müstehcenlik, ne de Mevlana’nın yer yer sertleşen üslubu rahatsız etti. Aslında biraz pataklamak gerekiyor insan denen kibri dağları aşan acımasız canlıyı. Bunu yaparken insanın karşısında en aciz kaldığı zaaflarından birini, şehveti de konu edinmek şaşırtıcı olmasa gerek. Kaldı ki Mevlana insanın kulluğunun ve zavallılığının altını çizerken yalnızca şehvet değil, açlığa ve hastalıklara da vurgu yapar. Allah iradesinin karşısında beşeri iradeyi küçümser; çünkü insan hem fiziksel hem ruhsal anlamda acz içindedir. Hep bir şeylere muhtaçtır: gıdaya, sağlığa, tensel hazza, pohpohlanmaya, güce... Kendisini körleştiren ve zalimleştiren hırsına ve açgözlülüğüne yeniktir. İşi düşünce Allah’ı hatırlar. Dertten ölesiye korkar; oysa Mevlana derdi ve onun getirdiği sınanışı kutsar: "Allah'ı gizli gizli anmanı sağladığı için dert, dünya mülkünden iyidir. / Dertsizin yakarışı soğuk ve koftur. Dertlinin yakarışı ise aşk ve içtenlik doludur." (3. defter). "Bizim için sınanmakta çaba gösteren kimsenin ayağının altına gökyüzü sırtını verir. / Senin dış yüzün karanlıktan feryat ederken, iç yüzün güllük gülistanlıktır." (4. defter)

Peygamberler bile yeri geldiğinde onun eleştirisinden nasibini alır (örneğin: Hz. Musa ve çoban hikayesi, 2. defter). Peygamber de olsa insanın hiçbir zaafının Mesnevi'nin elinden kurtuluşu yoktur. Ama asla umutsuzluk kitabı değildir Mesnevi; çünkü insanın hazinesi akıldır, düşüncedir ve şöyle hatırlatır bu hazineyi: "Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin. Senin geri kalanın kemik ve kıldır. / Düşüncen gül ise sen gül bahçesisin. Eğer dikense, külhan yakıtısın." (2. defter).

Öte yandan Mevlana "namaz ehli" olanları kayırıyor eserinde.  "Ne olursan ol gel" sözünün Mevlana’ya ait olmadığı işte burada bir kez daha ortaya çıkıyor. Evet, o söz Mevlana’ya ait değil (Kesin olmamakla birlikte Horasanlı şair Ebu Said-i Ebu'l Hayr’a ait olduğu belirtiliyor). Mevlana, dünyevi sorunların ilacı ve insanın tek kurtuluş yolu olarak namazı görüyor: "Bir rüzgarla yerinden kopan, bir çöptür. Çünkü uygunsuz esen nice rüzgar var. / Öfke rüzgarı, şehvet rüzgarı, hırs rüzgarı, namaz ehli olmayanı alır götürür." (1. defter)

Her ne kadar Mevlana’nın eseri kabaca ve belki biraz sığ biçimde “Hak yol İslam” sloganıyla özetlenebilirse de, kendisini Müslüman olarak tanımlamayanlar da Mesnevi’de insana dair evrensel gerçeklikleri rahatlıkla bulabilirler. Dişi beyin-erkek beyin, yin-yang, insanın evrimi, algının yanıltıcılığı gibi. Arayış kavramı da çok kıymetli Mevlana’nın gözünde: Bir karınca Süleyman olma arayışındaysa, onun arayışına küçümseyerek bakma. / Mal ve meslek olarak neyin varsa, önce sadece bir istek ve düşünce değil miydi?” (3. defter). Arayanlara müjdesi de vardır Mevlana'nın: "Ciddi olarak aramışsan bulursun. Ciddi olan yanlış yapmaz, böyle bildirilmiştir." (2. defter). Ayrıca aydınlanmak için değil; geçinmek ve alkış toplamak için bilimle uğraşanları topa tutar ve insanların onların bilimine kulak vermemesini hak sayar. Çünkü Mevlana'ya göre bu tür bilim insanları "ilimden nasipsizdir"; "ilmin hafızıdır, âşığı değil" (3. defter) ve onlar "bu âlemden kurtulmak için değil, halkın ve seçkinlerin ilgisini çekmek için ilim peşindedir." (2. defter).

Mevlana'dan bahsedip aşktan bahsetmemek elbette olmaz. Nitekim Mesnevi için bir aşk kitabıdır denilebilir. Aşkın her hali vardır Mesnevi'nin sayfalarında: "Aşk son anda yüklenip gemileri batıran yüktür." (6. defter), "Göklerin dönüşünü aşk dalgasından bil; aşk olmasaydı dünya donakalırdı." (5. defter). "Aşk hesapsız sevgidir" (2. defter). Aşkla ilgili başka bir dikkat çekici ayrıntı da, Mesnevi'nin ayrılık üzüntüsüyle başlayıp kavuşma ümidiyle sonlanmasıdır: "Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor." (1. defter) ve  "Kalpten kalbe yol vardır." (6. defter). Çünkü Mevlana yaşadığı acılara karşın ilahi aşka sığınır. Acısının da şifasının da kaynağı aşktır.

Burada bahsedemediğim onlarca konunun işlenişine ek olarak, Mevlana'nın söz sanatlarındaki ustalık ve kıvraklığı da kitabı hayranlıkla okutuyor. Öyle kudretli benzetmeleri var ki Mevlana'nın; gülmemek ve hüzünlenmemek imkansız. Bazı hikayelerin sürükleyiciliği yetmezmiş gibi okuru ters köşeye yatıran sonları da değme senaristlerde bulunmayan bir anlatıcılık cevherini okura hatırlatıyor. Bu nedenle, çevirisini değil de, aslını okuyabilseydim diye hayıflandığım ender eserlerden biri oldu benim için Mesnevi. Keşke Farsça bilseydim de Mesnevi'ye daha büyük bir zevkle nüfuz edebilseydim. Aynısını Dante'nin İlahi Komedya'sında da yaşamışımdır. Keşke İtalyanca bilseydim de, Cehennem'den Cennet'e doğru yükselirken Dante'yle birlikte Toskana'da bulsaydık kendimizi.

Bir gün yolunuz bir kitapçıya düşer de Mesnevi'yle göz göze gelirseniz, eserin tamamını alın derim ben. Mesnevi'den beyitler, Mesnevi'den seçilmiş hikayelere filan aldanmayın. Bilin ki o seçki asla sizin seçkiniz olmayacak. Mesnevi'yi okumuş bir yabancının seçkisidir o. Benim burada yazdıklarım da kısıtlı algım ve vaktim ölçüsünde yazabildiğimdir. Denizden bir damla suyu küçücük bir şişeye koyup "al sana deniz manzarası" demek gibidir. Çünkü "Sen dünyayı gözün kadar görebilirsin." (5. defter) ve "İnsan gözdür/görüştür; gerisi et ve deridir; insanın değeri gözünün gördüğü şey kadardır." (6. defter).