Canım babam,
Gözyaşlarımıza yağmur damlalarının karıştığı bir gün düştük yollara. Yanına varmaya. Yattığın o uğultusu ve yeşili bol tepede rüzgarlar, kulağımdan ruhuma Allah'ın nefesini dolduruyor ve ben o Tanrısal nefesten payıma düşeni kendi sayılı olan nefeslerimle yoğurup kabrine dualarla üflüyordum sanki. O sırada, henüz çökmemiş toprağının üstündeki bir karınca, yükünü sırtlamış, azmettiği yere doğru kan ter içinde ilerliyordu. Ben ağlıyordum. O yürüyordu. Yukarılarda çan sesleriyle koyunlar yürüyordu. Çoban yürüyordu. Bulutlar yürüyordu. Hayat, yer üstündekileri hep bir yürüyüşe itiyordu. Seninle baş başa kaldığımız o an geçip de arkamı döndüğümde baktım ki kızım arkamdan geliyordu. Sonra babaannem. Evlat acısını hem gençken, hem ömrünün son demlerinde yaşamaya yazgılı kılınmış babaannem, babamın ondan son anına kadar hastalığını sakladığı babaannem de yürüyordu.
Yer üstündeki hayat, bizi geri döndürülemez devinimine -kimi zaman bir karınca vesilesiyle- ustaca sokuyor ama aynı zamanda yer altını ölümlerle hatırlatıyordu: "Ne yapacaksan şimdi yap!" Tıpkı bir karınca gibi yükünü namusluca yüklenip yolunda giderek.
Yer üstündeki hayat, bizi geri döndürülemez devinimine -kimi zaman bir karınca vesilesiyle- ustaca sokuyor ama aynı zamanda yer altını ölümlerle hatırlatıyordu: "Ne yapacaksan şimdi yap!" Tıpkı bir karınca gibi yükünü namusluca yüklenip yolunda giderek.