10 Ocak 2019 Perşembe

Yeşilmişik...

Anadil öğrenimi, insana dair en karmaşık konulardan biridir. Düzenli olarak hiçbir dilbilgisi, anlambilim, sesbilim, v.b. kuralı öğretilmemesine rağmen bir çocuk, nasıl oluyor da eninde sonunda anadilinin neredeyse bütün inceliklerine hakim bir biçimde doğal ve akıcı konuşabiliyor? Hatta doğup büyüdüğü çevredeki insanların bazen saçma sapan cümleler kurmasına, dillerinin sürçmesine, onunla sürekli kaliteli iletişim kurmamalarına rağmen?

Dil ediniminin bu sorunsalı üzerine bilimsel alanyazında iki ana damar var denilebilir: Chomsky gibi bu durumun insana özgü doğal ve evrensel bir yeti olduğunu savunanlar ya da bunun insana doğanın bir lütfu olmayıp insanın çevreyle iletişiminin sonucu olduğunu varsayanlar. Chomsky'nin kuramına göre bir çocuk, evrensel ve doğal dil yetisi sayesinde karmaşık matematik problemlerinin içinden sıyrılırcasına dili öğrenir. İşin ilginç tarafı, çocuğun bu karmaşık süreçte yaptığı hatalar, dilin temel yapısına asla aykırı değildir. Yani bir çocuğun konuşması asla deli saçmasına benzetilemez. Hatta yaptığı hatalar, başka dillerde doğru olabilir. Örneğin İspanyol bir çocuğun İspanyolca söz dizimine göre kuraldışı bir konuşması, başka bir dilin söz dizimi kuralına göre doğru olabilir. Chomsky'nin aksi yönde düşünenlerse, onun olayı biraz basite indirgediğini savunurlar. Çocuk çevresiyle iletişim kurmadan, onu yetiştirenlerle konuşmadan dili öğrenemez. Burada çocuk, ona bahşedilmiş dil yetisinden değil, etrafındakilerin ona sunduğu dilden hareketle belli kalıplar dahilinde konuşur. Çocukla konuşan yetişkin, çocuğu anlayamadığında ona soru sorar, yeri geldiğinde onu düzeltir. Bu da çocuğa anadiliyle ilgili paha biçilemez veriler sunar. Ve çocuk bu veriler üzerine her geçen gün yenilerini ekleyerek dil öğrenme yolculuğuna devam eder. 

Çocuk yetiştirirken ister istemez bu kuramları anımsayıp acaba benim çocuğum Chomsky'nin bahsettiği bir yetiye mi sahip, yoksa ben mi onu konuşmalarımla şekillendiriyorum diye sormadan edemiyorum. Bizimki biraz geç konuşmaya başladı; ama bu duruma konu komşu, hısım akraba yukarıda özetlediğim kuramlarla değil; bambaşka bir açıdan yaklaşıyor: "Allah'tan ne zaman izin gelirse o zaman!"

Şu sıralar bir sözcüğü telaffuz edebilmesi için belli ki Allah'tan yeni izin indi. Kızım uzunca bir süredir bütün renkleri rahatlıkla söyleyebiliyordu; turkuaz ve lacivert gibi maviden ayırt etmesi güç görünebilecek renkler dahil. Ancak YEŞİL bir türlü kızımın renk kadrosunda yerini alamadı. Üstüne basa basa vurgulamamıza, defalarca rengi gösterip adını sormamıza karşın ya sessizlikle karşılık veriyordu bize, ya da "hı" deyip savuşturuyordu. Ne yaman çelişkidir ki, yeşil İslam'la özdeşleşen bir renk. Komşu-akraba kuramına göre önce bu renge Allah'tan izin gelmesi gerekmez miydi?

Neyse ki onca uğraşlar meyvesini verdi ve şimdi kızım adeta yeşil yeşil şakıyor. Ben de doyasıya soruyorum ona: Ağaç ne renk? Marul ne renk? Biraz Azeri Türkçesindeki "yahşi"ye çalarak coşkuyla YE-ŞİL diye hece hece bağırıyor. O YE-ŞİL diye cıvıldadıkça ben de Tanpınar'ın Beş Şehir'deki şu satırlarına doğru kanatlanıyorum:

Türkçede Ş ve L harfleri daima en güzel terkipler yapar. Yeşil dediğimiz zaman, âdeta bir çimen tazeliğini, bir palet üzerinde ezilmiş bir renk gibi, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cetlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki...

Kızımın ağzından sıcacık bir YE-ŞİL daha çıkınca Bedri Rahmi'yle birlikte "Merhaba Yeşil" diyorum bıkmadan usanmadan :
...
Yeşile de deli gönül tümümüz
Yeşil bizim dünya ahret dostumuz
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Yeşil yeşil tütüp gitsin canımız

Yeşile de deli gönül merhaba
Erikler vişneler dutlar merhaba
Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek
Sahipsiz yoncalar otlar merhaba

O YE-ŞİL dedikçe yeşeriyorum, çayır çimene karışıyorum, kanım yeşil dolaşıyor bedenimde. Türkçemin en güzel sözcüklerinden biri onun çocuk dilinde yeniden tatlanıyor, rengini buluyor. Sanki bir Can Yücel şiirinde akıyoruz birlikte:

Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık
Tutmuşum tutmuşum ellerinden senin; 
Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.