Genç bir adamı şunu söylerken duydum: "Kalpçiyiz biz abi. Kalp tamircisi". Saat tamircisi gibi kalp tamircisinin var olduğunu düşünsenize. Tıpkı saat tamircisinde olduğu gibi çeşit çeşit kalplerin orada boy gösterdiğini. Sevgiliniz mi terk etti, patronunuz mu fırçaladı, borç verdiniz ve üzerine mi yatıldı? Verin kalbinizi kalp tamircisine. Siz dükkanda başka kalpleri incelerken o sizinkinin kırıklarını onarsın. Hatta bir süreliğine başkalarının kalplerini kiralayın ve onunla gezin. Yakın çevrenizdekilerin kalpleri de olabilir, ünlü kişilerinki de. Örnek aldığınız dahilerin de kalbini sizinkinden boşalan yere geçici bir süre takabilirsiniz, nefret ettiğiniz insanların kalbiyle de dolaşabilirsiniz birkaç saatliğine.
Kalp tamircisi genci bana duyuran ve bütün bunları yazdıran okuduğum bir kitabın bana gösterdiği rüya aslında. (Ne hikmetse yeni bir kitaba her başladığımda onun içeriğini çağrıştıran bir rüya görürüm). Bilinçaltının Gücü* adlı bir kitap var elimde. Baştan söyleyeyim, bilinçaltı gücünün her zorluğun üstesinden gelmeye yeteceği fikrinin kabulü ile bu kitabı okumak gerekiyor. Buna inanmayanlar için kitap bir masaldan öteye geçmez. Yani bilinçaltı ile değişmeye ve iyileşmeye inanmıyorsanız bu kitabı elinize almayın. Ben de birkaç yıl önceki ben olsaydım bir-iki sayfa okuduktan sonra bırakırdım. Gelin görün ki, bilinçaltının gücüyle hasta olup şimdi yine onun gücüyle sağlığıma kavuşma mücadelesi verdiğim için kitaptan bahsetme gereği duyuyorum.
Hastalıkların, mutsuzluğun, yoksulluğun ve yoksunluğun kendi düşüncelerimizin bir sonucu olduğunu ilan ediyor kitap. "Ne düşünüyorsak oyuz". Ve aradığımız çare yine o düşüncede, zihin denen "karanlık oda"da. Yazar sağlık, mutluluk ve huzur için bilinçaltına nasıl hitap etmemiz gerektiğini anlatıyor. Bedeni aşama aşama gevşettikten sonra kararlı ve sevecen telkin cümlelerini kendimize fısıldamak, yaşamak istediğimiz mutluluğu gözümüzde canlandırmak ve isteğimiz her neyse o dakika gerçekleşmişcesine şükran duygusuyla bilinçaltına düzenli biçimde ve yılmadan emir vermek olarak özetlenebilir bilinçaltıyla iletişim. Ayrıca bilinçaltımı hep suçlamış bir insan olarak yazarın bilinçaltıyla ilgili bazı ifadeleri hoşuma gitti: "Bilinçaltınız masumdur", "Bilinçaltınız vücudunuzun inşaatçısıdır, "Bilinçaltınız sizinle tartışmaz. Bilincinizin emirlerini kabul eder", vb.
Kitapta küçük vakaların yanı sıra ünlü ve başarılı insanların bilinçaltıyla nasıl etkileşim halinde oldukları anlatılıyor. Benim de aklıma hemen Atatürk ve onun önce kendini, sonra etrafındaki herkesi imkansız denen şeylere nasıl inandırdığı geldi. Örneğin gencecik bir askerken ileride devlet kuracağını ve bu devletin başına geçip arkadaşlarını hangi görevlere atayacağını arkadaşlarına anlattığı zaman onlar dalga geçtiyse de, o gayet ciddiydi! Zihinde canlandırma tekniğini başarıyla uygulamıştı kimseye aldırmadan. Nutuk'u incelediğinizde de "sarsılmaz inanç" gibi doğrudan bilinçaltına nüfuz eden yüzlerce sözcük görürsünüz. "Zafer, zafer benimdir diyebilenindir!" gibi cümleler sıklıkla yer alır konuşmalarında. Kendi bilinçaltını oluşturmakla kalmayıp bir ulusun da bilinçaltına zafer ve özgüven tohumları ekmenin en seçkin örneği budur işte.
Demiştim ya, eski ben bu kitabı asla okumaya yanaşmazdı. Eskiden olsaydı, kitabın durmaksızın aynı şeyi tekrar ediyor olması bana "Bu kitap okura geri zekalı muamelesi yapıyor!" dedirtirdi. Oysa kitap, bahsettiği bilinçaltıyla iletişim yöntemine paralel biçimde yazılmış diye düşünüyorum. Yani hep aynı şeyi yineliyor! İsteklerimizin gerçekleşmesi için bilinçaltına emir verirken bizim de yapmamız gerektiği gibi. Bir kere iki kere değil; belki yüz, belki bin kere. Kararlılıkla ve coşkuyla. Bıktırıcı görünmesin; alışınca bırakamıyor insan.
Bir de kitapta yirmi bölüm var, başlıklara baktığınızda her biri farklı içeriğe sahipmiş gibi görünüyor, ama anlatılan aynı. Alttan alta yazar şu mesajı mı veriyor acaba: İnsanlar farklı zorluklarla karşılaşıyor gibi görünse de, sorun aynı: Bilinçaltına yanlış emirler vermek. Çözüm de aynı: Bilinçaltına doğru emirler vermek.
Kitapta ünlü yazar Robert Louis Stevenson'ın rüyalarında öykü yazıp para kazandığı satırları okurken iç geçirmedim değil... Malum, ben de bu yazıyı bir rüyadan aldığım ilhamla yazdığımı belirtmiştim. Şimdilik bilinçaltıma yazarlıkla ilgili bir emir tebliğ etmesem de, durun bakalım. Siz şu manidar karikatürü incelerken ben de bilinçaltıma sorayım. Her ne kadar o, rüya ülkemde uçmakla, tırmanmakla, soyut şekillerle, garip bestelerle, güftelerle meşgul olsa da...
*Bilinçaltının Gücü, Joseph Murphy, Koridor Yayıncılık