29 Aralık 2016 Perşembe

2017'nin giriş cümlesi

Naif bir dilek olsa da...
2017'nin şu mozaik ve beyit tadında geçmesini dilerim.

İç bâde, güzel sev var ise akl ü şu'ûrun,
Dünyâ var imiş, yâ ki yoğ olmuş ne umûrun! 
                                                       Ziya Paşa

21 Aralık 2016 Çarşamba

Kendi sonsuzluğuma açılan 34. kapı

Yeni yaşım hoş geldin. 

Bugün itibariyle sen teşrif ettin diye 33. yaşımı hemen unutuverecek değilim. Hele geçen yılın buhranlarını bir yağlı sicim gibi boynuna geçirmemiş de, zarif bir kolyeyi taşıyormuş edasıyla sırıtarak dolanışımı asla! Ülkem için zor bir yıl olduğu kadar benim için de zor bir yaştı vesselam. Ama zorluklara karşılık yeryüzünün İnci'sini ellerime bıraktı. Beni çokça düşündürdü, uğraştırdı, yordu ve tuttu ödüllendirdi, yani anne yaptı. Ne de olsa aramızda koca bir yılın hatırı var; o nedenle sevgili 33'ümü hayırla yâd edip onu "üç yüz otuz üüüüüüç!.." diye poz vererek uğurluyorum buradan.

Bu yıl, yüzüm benimle biraz daha fazla çizgi çizgi söyleşecek. Ne çok hayret ettiğimi, gülümsediğimi ve ağladığımı gözüme sokacak. Saçlarım desen... Çoktan hazırmış yaş almaya! Tepesi kelleşmiş bir adamın başının bir tarafına biriken saçları öbür tarafa atıp köprü kurarak kelini sakladığı gibi ben de bu yıl ustaca bir manevrayla aklarımı karalarıma boğdurarak saçımı deli rüzgarların marifetli ellerine bırakacağım.
Yakın gelecekteki olası görünümüm 
(karlar aynı yere yağmaya devam ederse saçımın alacağı hal budur!)
Ömrüm varsa, yüz çizgileri ve ağaracak yeni saç tellerinin yanı sıra haziranda bir yaşına basacak olan siyah civcivimle geçecek 34. yaşım. Siyah civcivler sarı civcivlerin aksine daha seyrektir, belki bu yüzden bana daha sevimli gelir. Herkesin yavrusu kendine özel; doğuştan simsiyah saçlı, kirpiği kaşına değen İncim de siyah bir civciv gibi bana özel.


Kızım (temsili) 😃
Geçen yıl doğum günümde yayımladığım yazımda (Yolun yarısına iki sokak daha varMetin Altıok'un "Sürgün" şiirinden bir bölüm paylaşmıştım. Kendime sürgünlüğümü hem kutladığım hem ona hayıflandığım bir şiirdir o. Nasıl oluyor bu? "İnsan kendini beğenmezse çatlarmış" der eskiler. Vardır herhalde benim de iyi taraflarım; fakat Tanrı yaratırken bambaşka bir akıl, ruh ve birazcık gamsızlıkla yoğurup beni kendime sürgün etmeyeydi daha mı iyi olurdu acep? Neyse, onun hikmetinden sual olunmaz; fazla kurcalamayalım.

Küçük insanların büyük (!) dertleri bitmez. Çok dertlendiğimde Yaradan'ın işlerinden işkilleneceğime, dinlerim "Yıldız" türküsünü Erdal Erzincan'dan, yükümü indirir, alnımı siler, soluklanırım bir çeşme başında:
Yine bugün yaralandım
İndim etrafı dolandım
Tatlı canımdan usandım
Dön dön dön dön dön yâre doğru dön

İşte bugün burada bir çeşme başında durmuşum, kendime türküler tutturmuşum. Dalmışım yine: Bu Sevgi'yi öyle ya da böyle sırtlanıp götürecek tek ben varım. Fani dünyada ona "iyi ki doğdun" diyecek tek bir kişi kalmasa dahi, onca hırpaladığım bu kadına en azından senede bir gün bir şarkı armağan edecek tek ben varım. Sonsuzluğa açılan o son kapı aralanana dek...

Kahramansız bir film gibi solar romanlar
Figüranlar beni oynar doğum günümde


14 Aralık 2016 Çarşamba

Ateş ülkesi

Vatan sağ olsun!

Vatan sağ olsunmuş. Babalar, evlatlar, kardeşler, eşler, sevgililer, yeğenler, akrabalar, arkadaşlar sağ olmalıydı ki, bu vatan sağ salim kalabilsin. Biz ölelim, siyasal erk sahiplerine yalnızca sağ kalma temennisini dilemek düşsün, öyle mi? Onlara iktidarın yolları, bize kurşunlar, öyle mi?

Saldırıların intikamını alacaklarmış. Bu lumpen kabadayı ağızlarından da illallah geldi. Devlet tedbir alır; intikam değil.

Şilili şair Neruda'dan bir dize düşüyor aklıma: "Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde". Biz bir türlü doğamıyoruz işte. Boğuluyoruz, dibe çöküyoruz; fakat hâlâ kör tevekküldeyiz. Bu felaketler sağanağından bir fikrî uyanış doğmuyor. Ölümlerimize sebep, yalnızca lânetli adları anılan örgütler olsaydı çok daha kolaydı iş. Ancak o büyük dehanın Gençliğe Hitabesi'nde işaret ettiği gibi "şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edenler" var işin içinde. "Gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde" bulunanlar var. Yurt içinde (örn: Dolmabahçe) ve dışında (örn: Oslo) kapalı kapılar ardında pazarlık yapanlar, büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığının kapısında kuyruk olanlar var. 

Bütün bunları okuyup, bilip dururken "ateş düştüğü yeri yakar" atasözü, o malûm dokunmayan yılanla ilgili atasözü kadar incitici geliyor bana. Ateş, düştüğü yeri yakmasın yalnızca. Ateşin düşmediği hanelerdeki gözleri de ışığa boğsun, vicdanları tutuştursun. İliklerine kadar anti-emperyalist olmadan, Atatürk'ün birikimine sırt çevirerek bu kan coğrafyasında var olma savaşını veremeyeceğimizi anlatsın.

Gülüp eğlenmekten çekinmek şöyle dursun; bunca genç cenazenin arasında gündelik hayatımızdaki "sıralı ölümler"imize bile üzülmekten utanır duruma düşmeden önce bunları hatırla ey okur...